“Barış” her zamandan daha çok ihtiyaç duyduğumuz ancak bu aralar dillendirilmesi bile “suçlulukla” eşit tutulmaya çalışılan bir kavram oldu.

Barışı savunmanın, savaşı savunmaktan çok daha zor olduğunu söyleyenler bu belirlemeyi boşuna yapmamışlardır. Çünkü acı tecrübeleri onlara göstermiştir ki herkesin savaş dediği ve yakıp yıkmayı hedeflediği bir dönemde “hayır yaptığınız yanlış” demek acı bedeller ödemeyi gerektiriyor.

Çünkü savaştan yana tavır koyanların “tarafını belirle”,” ya bendensin ya da düşman” gibi yönelimleri karşısında “ben insanlıktan yanayım, kardeşlikten yanayım, birlik ve bütünlükten yanayım” demek o kadar da kolay değil.

Çünkü kimden yana değilsen onun “haini” olarak lanse edilirsin. Hele hele yanlışlıkları vurgulamak gibi bir tavır içindeysen ve ölüme hayır diyorsan o zaman büsbütün cephe haline gelirsin. Çünkü cephedekiler, çarpışmadan ve çatışmalardan yana olanlar için ölüm kaçınılmaz bir hal almıştır, Silahsız çözüm imkânsızlaşmıştır!

Cennet gibi bir coğrafyada cehennem hayatı yaşayan bir milletiz. Ve ne ilginçtir ki bu hayatı kendimize reva görenler de bizleriz. Halk olarak, devlet olarak, iktidar olarak muhalefet olarak, yerli olarak milli olarak bu cehennem hayatın ateşine durmadan odun atıyoruz. Ki bu odunlar da ne yazık ki çocuklarımızın bedeninden farklı değil.

Biz kendimizle yüzleşmedikçe, gerçeklerimizle yüzleşip kabullerimizi ortaya dökmedikçe de bu ızdırap ve acılardan kurtulamayız.

Kendimizi kandırdığımız sürece de düzlüğe çıkamayız.

Bakın 7 Haziran sürecinden bu yana ülke olarak yaşadıklarımıza…

Bombalandık, yüzlerce insanımızın bedeni param parça oldu. Suruçta, Ankara’da, Diyarbakırda insanlarımız içinde bombalar patladı. Yüzlerce vatandaşımız yaşamını yitirdi bir o kadar yurttaşımız yaralandı ve acı içinde yaşıyor.

Uzun bir dönemdir gelmeyen çatışma ve ölüm haberleri ile yine yüz yüze kalan bir ülke haline geldik. Gün yok ki ölüm haberleri ile sarsılmayalım. İçinde en ufak bir insanlık duygusu kalan hiçbir vatandaş başını rahat bir şekilde yastığa koyamıyor. Herkesin psikolojisi bozulmuş halde. Kimsenin yüzü gülmüyor bu coğrafyada.

Karada, havada, denizde ölüm haberleri, insan cesetleri var.

Etraf ise ateşten çember olmuş bir durumda.

Milli Savunma bakanı İsmet Yılmak Kilis ziyaretinde açıklamalarda bulunmuş. Ülkemizin herkesle dost olduğunu belirtmiş ve “Ateş çemberi içerisinde barış adası gibiyiz” demiş.

Keşke bu duygulara biz de katılabilsek. Kim istemez böyle bir durumu. Evet, ilk başlarda komşularla sıfır problem yaklaşımı çerçevesinde iktidarın böyle bir yaklaşımı vardı ki sevindiriciydi.Lakin ne yazık ki daha sonraki uygulamalar ve yaklaşımlar nedeniyle artık komşularla sıfır problem meselesi ortadan kalktı.Sayın bakanımızın söylediği gibi herkesle dost olduğumuz noktasında da derin tereddütlerimiz mevcut.

Mesela komşularla dost olup olmadığımıza bir bakalım.

Doğumuzda İran var ve Ortadoğu politikaları ekseninde Sünni-Şii çatışmasında karşı cephelerde yer alıyoruz.

İran’ın güneyinde Irak var. Bu ülke ile de Kürdistan federal bölgesi dışında sıkıntılarımız var.

Güneyimizde Suriye bulunmaktadır ki onun hem rejimi ile hem de Kürt muhalefeti ile neredeyse açık savaş halinde bulunmaktayız.

Kıbrıs’ta durum zaten malum.

Yunanistan ile ezelden beri gelen çıkar çatışması ve ege sorunu var.

Bulgaristan ile Türk azınlığın sorunları başta olmak üzere sorunlar yaşamaktayız.

Peki, bu durum karşısında kim kalıyor. Evet, kuzeyde de Rusya var ama bu ülke ile de Suriyede uçaklarını düşürdüğümüz için soğuk bir savaş halinde bulunmaktayız.

Görüldüğü gibi şu anda problemsiz ve dost olarak kaldığımız tek bir komşumuz bile görünmüyor. Bu nedenle olmalı ki umudumuzu Suudi Arabistan krallığı ile ilişkilerde arıyoruz.

Sayın bakan şunları ifade ediyor; "Biz istiyoruz ki; kimse, kimseyle kavga etmesin. Türkiye; herkesin dostudur. Türkiye herkesle dosttur. Ancak, karşıda muhatap yoktur. Bizim herkese faydamız olur, zararımız olmaz. Bakın Suriye'den buraya Kürtler de, Ezidiler de, Araplar da geldi. Biz bunlara kucak açtık. Ateş çemberi içerisinde barış adası gibiyiz. Suriyeliler kendi bölgesine göre burayı barış adası olarak görüyor. Daha gelişmiş olarak görüyorlar. Biz bunun kıymetini bilmemiz lazım."

Bu temenni elbette güzel. Lakin durup bakmak gerekmiyor mu? Eğer biz bir barış adasıysak o zaman ülke içindeki bu kadar ölüm haberi neden?

Barış adası olmamamız için bir neden yok lakin sayın bakanın da dediği gibi muhatap meselelerini çözmek gerekiyor. Yanlış muhataplık veya muhatap tanımamazlık ne yazık ki sorun çıkarıyor ve insanlarımızın canı gidiyor.

7 Hazirandan bu yana 330’un üzerinde güvenlik görevlisi yaşamını yitirmiş durumda. Birden fazla ilçemiz yaşanamaz bir hal almış. Buralarda yaşamını yitiren sivil ve diğer vatandaşların sayısı ise bu rakamın birkaç katı. Binalar yerle bir olmuş. Barış adası olmamız için bunların önüne geçmemiz gerekiyor yoksa sadece söylediklerimizle ortada kalırız. Kendi sorunlarımızı hızla çözmezsek korkarız ki bugünkü ortamı da arayan bir ülke ve toplum oluruz. Dileğimiz gerçekten bulunduğumuz ortamın barış adası olmaktır. Dileriz tez zamanda bu da gerçekleşir.