Barış isteyenlerin gerçekten barış isteyip istemediklerini anlamak bazen oldukça güç bir çıkmaza sokuyor insanı. Tecrübelenerek sürdürmek zorunda kaldığımız zorunlu yaşamımızda gün geçtikçe kabullenmek zorunda kalacağımız ya da kaldığımız gerçekler karşısında yüreğimiz ve beynimiz kabul etmese de artık yavaş yavaş ayrışmalar yaşamak zorunda kalacağımız hissine kapılıyoruz.
Bu ayrılık elbette inandığımız değerlerden, sevdiğimiz insanlardan, savunduğumuz ilkelerden bir ayrılık olmayacak ancak bu ayrılık savaş ve barış anlamında bir netleşmenin gereği olacak gibi görünüyor.
Taraf olmak gerekiyorsa insanlar elbette taraf olacaklardır. Bu prensip bizler için de herkes için de geçerli bir ilkedir. Biz başından beri savunduğumuz barışın tarafı olacaksak eğer bu çizgimizi daha da netleştirmemiz gerektiğini belirtmek gerekiyor.
Barış istemek birilerinin ölmesine ses çıkarmayıp birilerini ölmesi karşısında feryadı figan çıkarmak olamaz elbet. İnsanın acısı en yakınından başlar. Bunu idrakindeyiz ancak uzaktaki acıyı hissetmedikçe, başkasının acısını anlamadıkça insanın kendi acısı ile ortaya koyduğu tepki olumlu bir sonuca evrilemez. Başkalarını da aynı acıya tatmasını önlemek, acıyı paylaşarak küçültmek belki olumlu sonuçlara yardım edebilir.
Kürt sorununda yılların acılarını unutmaya çabalarken, yaraların kabuk bağlamasını umarken birden sihirli bir el işin içine karışarak ortalığı yine kan gölüne çevirmeyi başardı. Tam da siyasal çözüm modelleri devreye girecek umuduna kapıldığımız bir anda böylesi bir tablo ile karşılaşmayı beklemediğimizi açık yüreklilikle ifade etmeliyiz.
Silahlı çatışma modelinin miadını tamamladığını başta silahlı mücadele tarzını benimseyenlerin yaptıkları açıklamalarla belirttikleri bir dönemin ardından, İmralıdaki görüşmelerin protokollerle ifade edildiği bir dönemde, yapılan genel seçimlerden zaferle çıkılmış bir blok başarısı ile siyasal alana yüklenme olanağı varken, yeni bir anayasa için herkesin hemfikir olduğu ve çalışmaların bile zaman geçirilmeden başlatılması olanağı varken böylesi bir tablonun bir kenara itilerek silahların tekrar patlamaya başlaması elbette üzerinde hassasiyetle düşünülmesi ve değerlendirilmesi gereken bir konudur.
Son bir ay içerisinde meydana gelen silahlı çatışmalar nedeniyle onlarca insanımız yaşamını yitirdi. Bu can kayıplarının bir bölümünün operasyonlardan kaynaklandığını belirtebiliriz ancak operasyonlardan kaynaklanmayan, saldırılar sonucunda meydana gelen can kayıplarını nasıl anlamamız gerektiği konusunda epey düşünmemiz gerekir.
Öyle görünüyor ki silah araç olarak görüldüğü sürece barış isteyenlerin işleri kolay olmayacaktır. Ancak bu umutsuzluğa yol açmamalıdır. Barış isteyenlerin bu ülkede artık kendi çizgilerinde netleşmeleri gerekmektedir. Barış isteyenlerle barış istiyormuş gibi görünenlerin ayrışması gerekiyor. Gerçekten barış için mücadele edecek olanların bu tavırlarını net olarak oraya koyup çatışmaların önlenmesi için gerekli tavrı ortaya koymaları gerekiyor. Bu tavır bütün ülke kamuoyunda inandırıcılığı olan bir yaklaşım modeli ile ortaya konulmalıdır.
Ölenlerin pkk’li olması ya da kolluk gücü olması arasında barışsever insanlar açısından bir fark bulunmamaktadır. Barışsever insanlar için önemli olan olgu insanların ölmemesidir. İnsanlar öldüğü sürece bizlerin rahat yüzü görmesi imkânsızdır. Ölen her insanın bir ananın evladı, Bir kadının kocası, bir çocuğun babası, bir kardeşin ağabeyi veya bir ağabeyin kardeşi olduğunu unutmamalıyız.
Acıları büyüterek sorunları ortaklaştırmanın ve bu ortaklaşma üzerinde çözüm bulmanın doğru bir mantık olmadığını düşünmekteyiz.
Barış taleplerimizi haykırırken hükümetten duygusal açıklamalar ve intikam duygularını körükleyen açıklamalar yerine çözüme yönelik adımları atmasını istiyoruz. PKK’den saldırılarını durdurmasını talep ediyoruz. Devletten operasyonlara ara vermelerini ve çözüme katkı sunmalarını bekliyoruz.
Çünkü biz gerçekten barış ortamını ve barışı istiyoruz. Çünkü giden her can yüreğimizi yakıyor.