Acınası bir durumdayız. Afet ülkesiyiz biz. Ne bayram, ne şenlik bizi kendimize getirebilir. Üzüntülü, düşünceliyiz. Kanatları kırık kuşlar gibiyiz. Çektiğimiz acıların bir bölümüne “Allahın takdiri böyleydi” deyip kendimizi avutma imkânı bulabiliriz ancak temsilcilerimizin, yöneticilerimizin, hükümetimizin, dağımızın, taşımızın yöneticilerinin takdiri ve inatları yüzündün çektiğimiz acıları neyle teselli edeceğimizi cidden bilmiyoruz.
Savaşla başlayan inad ne yazık ki deprem gibi bir felaketle yanıtlandığı halde ders almayı başaramıyoruz. İnanç değerlerimiz, yere göğe sığdıramaz tavır ve edalarımıza rağmen yüce değerler adına birbirimizi öldürmeye doymuyoruz. İnsan desen, İslam desen, değer desen, etik desen ayaklar altında eziliyor hem de savunucusu iddiası ile ortaya çıkanlar tarafından.
Son bir ay içerisinde savaş ve deprem afetinde bine yakın ölü, üç katı kadar yaralı ile karşı karşıya kaldık. Farkında mısınız bilmiyorum ama otuz ülkeden yardım talebi yaptık. Buna rağmen savaş uçaklarının sorti yapmadığı gün, ölüm haberinin gelmediği gün yok. Hakurkê’ye, zapa atılan bombanın yankısı Osmaniye’den, İskenderun’dan yankılanıyor. İkisi de ölüm! Ölüm diye bağırıyor. Van hava alanı, Malatya morgu gözyaşları ile cenaze karşılıyor. Ne yazık ki cansız varlıkların bile gözyaşlarını tutamadığı bu manzara karşısında yöneticiler hala “intikam” sloganları ile ekranlarda boy gösteriyor.
İntikam alındı. Yapılan yüzlerce sorti sonucunda intikam alındı. Peki, bu intikam neyi çözdü? Bu intikam alma çatışmaları durdurup yaraları sardı mı? Malatya’daki morga kaldırılan yanmış cesetler, ayaklardan ibaret cesetler kimin intikam duygularını tatmin etti acaba?
Çukurca’daki karakol baskınından tam 24 ceset topladık.
Zap veya bilmem hangi vadiden 24 ceset topladık.
Can alıcı söz işin şurasındadır ki bizde soralım. Bu cesetlerin tamamı hangi topraklara gömüldü?
Bu ceset sahibi insanların Asker veya PKK üniforması giyiyor olması cenazelerinin gömülme akıbetlerini değiştirdi mi?
Artık kendi gerçekliklerimizi görmenin zamanı gelmiştir. Bu manzara karşısında düşünen, vicdan sahibi olan hiçbir yurttaşın artık bunlara katlanma imkanı kalmamıştır. Bizler insanız; Yaşam bizler için sadece yemekten, içmekten, giyinmekten ve gülmekten ibaret olamaz. Sadece yeme, içme ve barınma duygu ve hislerimizi tatmin etmekle kalsak hayvandan bir farkımız da kalmaz.
Bu ülkenin cumhurbaşkanı, Başbakanı, Bakanı, Milletvekili, İmamı, Hocası, Öğretmeni, Doktoru, Akademisyeni ve yurttaşı. Savaşçısı, silahlısı, dağdakisi, kışladakisi artık intikam ve savaşta değil yaraların sarılması noktasında aynı hizaya gelmelidir.
Bu afet bizi yıktı yıkmaya devam ediyor. Savaş ve deprem gerçekleri yüzümüze tokat gibi indiği halde gerçeklerimizden kaçmaya devam ediyoruz. Kurduğumuz deprem çadırlarının yağmur suları içerisindeki yüzüşlerine mi yanalım. Dağlara yağdırdığımız bombalara mı?
Biz belki kendi durumumuzu görmüyoruz ama dünya alem bizi seyrediyor. Lafı daha fazla uzatmanın anlamı da yok. Biz insanların artık ölmesini istemiyoruz. Bu felaketlere uğramanın nedenini uygulamalardaki hatalarda buluyoruz. PKK de Devlet yöneticileri de şunu çok iyi bilmelidirler ki bu sorun çatışma ile ölme ve öldürme ile çözümlenmez. Bu sorun oturup konuşmakla çözümlenir. Bu noktadan sonra hiç kimse Kürtlerin varlığını inkâr edemez. Kürtler varlıklarını artık dünya aleme ispat etmişlerdir. Bu böyle bilinmeli ve siyasal mücadele ağırlıklı süreç işlemelidir. Devlet yetkilileri de bilmelidirler ki Doğu ve Güneydoğuda bulunan bütün dağlar ve vadiler uçak ve obüslerden atılan bombalarla un ufak edilse bile hatta kandile kadar uzanan sıradağlarda tek bir canlı bırakılmasa bile bu sorun bitmez. Sorun coğrafi durumdan çıkmış insanların beynine işlenmiş durumda. Bu nedenle daha fazla ayaksız ve başsız cesedi morglara göndermekten vazgeçilmelidir. Çözüm bu yöntemde değil ve aranmamalı.
Yöneticiler uygun yol bulmalıdır ki hiç olmazsa bu millet yaralarını sarmaya vakit bulsun. Afet ülkesi olduk bari artık yıkıma katkı sunmaktan vazgeçilsin.