Türkiye Cumhuriyeti devletinin kurucu önderlerinin askeri kanattan gelmesi devlet mekanizmasının korunması ve kollanması görevini de bu mantık çerçevesinde ele alıp çizmiş ve ülkede askerin konumu bu çerçeve içerisinde “durumdan vazife çıkarma” algılayışı ile kabullenilmiş ya da kabul ettirilmiştir.
1920–1938 Mustafa Kemal Atatürk döneminden sonra gelen Milli şef döneminde de bu mantık giderek perçinlenmiştir.
Özellikle ikinci dünya savaşı yıllarında çekilen sıkıntılar ve dönem boyunca tıpkı yeni bir ulus yaratma fikri gibi Laik algılayış çerçevesinde yeni bir dini bakış açısı yaratma çabasının sıkıntıları, demokrasi adına yapılan çok partili seçimlerin ilkinde bile milletin kararı uygulamaların tersine almalarına neden olmuştur.
Milli iradenin kendilerini seçeceklerinden emin olanlar, milli iradenin onları kenara koymalarını hayretle izlemişlerdir.
Bunca yaşana sıkıntıdan sonra iktidara gelen Adnan Menderes yönetimindeki hükümetin tavrını da iyi değerlendirmek gerekmektedir. Adnen Menderes dönemi de bizlere göstermiştir ki milletten, sandıktan vize alıp iktidara gelmek devletin bütün işleyiş mekanizmalarını değiştirmeye yeterli olamamaktadır.
Yüzde 50 oranında oy alabilirsiniz ama sistemsel değişiklikleri gerçekleştirmek isterseniz mutlaka engellerle karşı karşıya kalırsınız. Bu nedenle demokrasinin olmazsa olmaz koşullu olan toplumsal uzlaşma konusunda hassasiyet göstermek ülkenin geleceği açısından da, demokrasinin korunması açısından da hızlı bir kalkınma açısından da yararlıdır.
“Türkiye’de askeri darbeler dönemi bitmiştir” diyerek darbeler döneminin bitmeyeceğini bilmek gerekmektedir. Darbeyi ve darbecileri bu mantıktan uzak tutmak için de demokrasini hak ve hürriyetler bölümünü çok iyi işlemek gerekmektedir. Çünkü pratik hayat göstermektedir ki “söze tahammül edemeyenler namluyla karşı karşıya” kalmaktadırlar. Ülke tarihimizde buna sıkla rastlamak mümkündür.
1950–60 döneminde sadece seçim sonuçları ile hareket edip ortamı kendisine göre düzenlemek isteyen Menderes hükümetinin sonu 27 Mayıs ihtilal gecesinde Alpaslan Türkeş’in “Dün gece yarısından itibaren bütün Türkiye’de deniz, kara, hava Türk Silahlı Kuvvetlerimiz, el ele vererek memleketin idaresini ele almıştır” anonsu ile bitivermişti.
Bu talihsiz girişim sonucunda bu ülkenin başbakanı ve bakanları idam sehpasındaki yerlerini almışlardı. Bugün geriye bakıp düşündüğümüzde ne kadar acı bir tablo ile yaşandığını fark ettiğimizi anlamayan yoktur.
Bu acı tecrübeden sonra bile demokrasi mücadelesinde geride kaldığımız görmekteyiz.61 Anayasasının getirdiği düzenlemelerden sonra ülkenin böylesi darbe yaşayamayacağı hesaplanmaktaydı ama olmadı. Demokratik olgunluk ve uzlaşı kültüründen yoksunluk ülkeyi 1960 darbesinden yirmi yıl sonra ki aradaki 70 muhtırasını es geçiyorum 1980 de yine postal sesleri ile uyanmak zorunda kalındı.
Darbe lideri Kenan Evren, 12 Eylül’de radyo ve televizyondan saat 13.00’te bir konuşma yaparak, yönetime el koymalarının nedenlerini açıkladı; “TSK, ülkenin ve milletin bütünlüğünü, milletin hak, hukuk ve hürriyetini korumak, can ve mal güvenliğini sağlayarak korkudan kurtarmak, refah ve mutluluğunu sağlamak, kanun ve nizam hâkimiyetini, diğer bir deyimle devlet otoritesini tarafsız olarak yeniden tesis ve idame etmek gayesiyle devlet yönetimine el koymak zorunda kalmıştır. Bugünden itibaren yeni hükümet ve yasama organı kuruluncaya kadar muvakkat bir zaman için yasama ve yürütme yetkileri benim başkanlığımda, Kara, Deniz, Hava Kuvveti Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı’ndan oluşan Milli Güvenlik Konseyi tarafından kullanılacaktır… Komutan, subay, astsubay ve erler olarak hepimiz vatan ve milletin refah ve mutluluğu uğruna her şeyimizi, bu arada hayatımızı dahi seve seve feda etmeye hazırız. Memlekette her zaman bulunabilen ve özellikle son zamanlarda çoğalan kötü niyetli birçok kişi ve kuruluşlar sizlere yalanlar düzerek, bunun aksini söyleyebilecekler ve menfi propagandalara başvurabileceklerdir. Bunlara asla inanmayınız. Bütün uygulamalar milletin gözü önünde yapılacaktır.”
12 Eylüldeki darbeni sonuçları henüz ülkemizin tamamında ortadan kaldırılmış değildir. Hak, Hukuk, Hürriyet ve adaletin cuntacılar tarafından nasıl korunduğu hepinizin malumudur.
27 Mayısı düşünürken sonuçları ikili değerlendirmekte fayda görmekteyiz.

- - - -