(Dünden devam)

Dünkü yazımda bir Mayıs vesilesi ile emeğe dikkat çekmeye çalıştım. 150 yıl önce düşük ücretle çalıştırılmaya karşı bir mücadele söz konusuydu. Emekçiler günde 12-15 değil, 8 saat çalışmak için hak arayışındaydı.

Geçen bir buçuk asırlık zaman diliminde ülkeler, kadrolu emekçiler için 8 saat çalışma kuralını kabul eden adımlar attılar. Ülkemizde de özlük haklarına sahip, sendikalı kamu emekçileri 8saat çalışıyorlar.

Peki, ya kadrosuz emekçiler?

Maalesef diğer emekçiler 8 saatten fazla çalıştırıldıkları gibi, emeklerinin karşılıklarını alamıyorlar…

**

Yasalara göre sosyal güvencesiz ve asgari ücret altında emekçi çalıştırmak suç. Ancak reel gerçeklik böyle değildir…

Marketler-mağazalar ve işyerlerinde günde 12 saat çalıştırılan ve kendilerine asgari ücret bile verilmeyen emekçiler bizim evlatlarımız. Yıllardır bunu ifade ediyor ve emekçilerin haklarına dikkat çekiyorum.

Bazı esnaflar düşük ücret ve sosyal güvencesizliği savunuyor.

“Ne yapalım, serbest piyasa ekonomisi, biz çalıştırmasak başkaları onları daha düşük ücretle çalıştıracak. Hem çok ücret versek, emekçi çalıştıramayız, tamamen işsiz kalacaklar. Ayrıca çok kazanmıyoruz” diyerek kendilerini savunuyorlar…

İnsafınız kurusun diyeceğim, ama zaten insafları, merhametleri yok böylelerinin. Sürekli mal varlıkları artan sermayedarlar gerçeği gözler önündedir.

KIRSALDA DA MANZARA AYNI…

İşçinin emeğinin karşılığını almaması sadece şehirlerde işlemiyor, çalışmıyor. Kırsalda da aynı manzara var…

Tarlalarda alabildiğine emeğin karşılığı yok. Düşük ücretle, adeta karın tokluğuna çalıştırılan genç emekçiler ve çocuklar gerçeğine herkes seyirci…

Her yıl bir Mayıslarda yaptığım eleştiriyi yine yapmadan geçmeyeceğim; Sendikalar, Konfederasyonlar gerçek anlamda alana inip toplumu bu konuda bilinçlendirmiyorlar. Bunun yerine sendika üyelik aidatı üzerinden bir sendika patronluğu oluşturuyorlar.

Bir seçim geldiği zaman x partisinin Milletvekili veya Belediye başkan adayı olarak karşımıza çıkıp, bizi yönetmeye talip oluyorlar…

Marketlerde, mağazalarda, tarlalarda emekçilerin sorunlarını dinleyen, onların döktüğü alın terini gören kaç sendikacı gördünüz?

**

Bu acı gerçeği görmek için şöyle bir etrafımıza akıl gözüyle bakmak sanırım yeterli olacak. Gerçekten de anlamakta zorluk çekiyorum. 21. yüzyıla yelken açan dünya gemisinde seyahat etmiyor muyuz? O geminin güvertesinin küçük bir köşesinde olmamıza karşın, neden pratiğimizle gerilerdeyiz?

Bölgemizin makus talihi değişmediği için, tarım işçileri yollarda dökülüyor, sularda boğuluyor, hastalıklarla boğuşuyorlar.

Kentte yaşayan gençler sosyal güvenceden yoksun şekilde, karın tokluğuna çalıştırılıyorlar…

Emekçilerin kaderi hiç değişmedi…

Ne yazık ki bu insanlarımızın haklarına duyarlılık gösteren yok. ‘Emek Cephesi’ diye bildiğim kesimler, yani sendika ve konfederasyonlar bu gelişmeyi sadece seyrediyorlar…

Tarlalara ağır işlerde çalışmaya götürülen emekçilerden hiçbirisinin sosyal güvencesi bulunmuyor. Sabahtan akşama kadar kızgın güneş altında çapa sallayan bu emekçilerimizin örgütlü olmaması en büyük sıkıntı nedeni.

Bu gidişata ‘dur’ demek için 22. yüzyılı mı beklemek gerekiyor?

Hiç kimse bu haksızlığı kabullenmemelidir.

Gençlerimiz de haklarını savunmalı, yasal alanda örgütlenmelidir. Batmanlı sendikalar bu duruma daha fazla seyirci kalmamalıdır. Asgari ücretin altında emekçi çalıştıran büyük işyerleri gerçeğine sendikalar seyirci kalmamalıdır.

Toplumun duyarlı olması temennisiyle, dünyadaki bütün emekçilerin, alın teri döken bütün üreten işçilerin ‘Emek ve Dayanışma Günü’nü kutluyorum…