Birbirinden özgün üç kültürün (giyimden, yeme içmeden ve bütün sosyal hayat yaşantısı dahil olmak üzere) egemen olduğu köy, mahalle ve kampın geçiş güzergahının kesiştiği bir noktada kurulmuştu ortaokul mezunu veya orta ikiden terk, ağır bronşitli idare memuru, hatta amiri Sadun Bey’in kamelyalı, bahçeli lojmanı. Köyden kampa, mahalleden kampa veya kamptan mahalle ve köye giden herkes oradan geçmek zorundaydı.

Çocukluğumuzun tek korkusu, oradan geçerken özel beslenip el bebek gül bebek büyütülmüş, iri simsiyah bir oğlağı andıran idare amirinin Çapkın adlı köpeğineyakalanmamak idi. Çünkü ona bağırmak, taş atmak, kızmak, ne haddimizeydi. Şekil itibariyle bir köpekti. Ancak dokunmazlığı çağalara hükmeden bir kraldan fazla saygındı. Onu ne bahçede ne kamelyada görmediğiniz halde ensenize tırmanışıyla irkilip kendinize gelmeniz hiç de sürpriz sayılmazdı. Allah için efendiydi. Nefesini ensenizde hissettiğinizde hemen aşağı iner ama ciyak ciyak da bağırırdı. Sanki siz onun ısırmadığına memnun olurken o razı değildi. Çapkın’ın sesini duyan sahibesi, kapıya çıkar size:

“Ne yapıyorsunuz çocuklar? O size zarar vermez. Ona karışmayın”der ve onu çağırırdı. O vakit Çapkın, yaydan fırlayan ok gibibahçeye, evin hanımına koşar,eğer bahçede bir kedi gördüyse peşine düşer, onu miyav miyav bağırtırdı.

O merasimin en zevkli yanı, siz oradan geçerken Hüsnü Amca’yla karşılaşmanızdı. O size:

“Haydi çocuklar, koşun Çapkın da arkanızdan gelsin”derdi. Tabi köpek siz koşarken o daha fazlapeşinize verir, sizi şiddetle kovalar. Lojmandan epey uzaklaşınca Hüsnü Amca, şapkasını ağzına kor ona karşı tutardı. O zaman Çapkın, yerinde durur, avazı çıkıncaya kadar havlar, adeta kıyameti koparırdı. Bu sesi duyan ev sahibesi, kapıya çıkar, bağırırdı:

“Hüsnü, yine mi sen, civanımı korkutma. Gözün çıksın, boynun devrilsin. Ne istiyorsun canımdan?”

Ahçı Hüsnü Amca bize göz kırpar Aysel Hanım’a seslenirdi:

“Abla, gözüm çıksın ki ona bir şey yaptımsa. Bu ödlek şapkadan korkuyor. Ne yapayım”der ve kıs kıs gülerek hızla yoluna devam eder, köpek de geldiği yere hızla geri dönerdi…

***

Uzun kulaklı, Bismil türü beyaz eşeğiyle köy çeşmesinden dört tenekeyle kamp yemekhanesine içmek için su taşıyıp sakalık eden, petrol kendi topraklarında çıktığı halde o da diğer köylüler gibi kampın ne mazotundan ne servisinden, ne yazın ilçeden gelip dağıtılan buzundan istifade edemeyen Hafız’ın özellikle suyu boşaltıp boş tenekelerle eşeğini dehleyen adamın Çapkın’la olan mücadelesi de görülmeye değerdi.

O zaman, Çapkın eşeğe hücum eder, eşek korkar, kaçar, anırır, üstündeki tenekeler tangur tungur sesler çıkarır, çoğu kez de yolun altındaki dereye koşar, tenekeler de düşer, yuvarlanırdı. Zavallı Hafız, Köpeğe mi, eşeğe mi yoksa tenekelere mi baksın? Kestiremiyordu. O yana bu yana koşar koştururdu… Biz de okulun dereye bakan duvarı üstünden gülerek seyrederdik.

***

Hasankeyft’ten kampa meyve, sebze getiren Abdike, ilk önce bu köpekle karşılaşmış, ona taşla saldırmaya çalışınca poz bıyıklı, kalın kalafatlı kamp bekçisi onu ikaz etmiş:

“Abde karışma o köpeğe.”

“Neden babo?”

“Ona dokunamazsın. Dokunmazlığı var.”

“Neden babo, Key mebus mu?”

“Say ki öyle. Yürü git yoluna. Kurşunu böğründen yersin.”

“Gittim babo, gittim, Vallahi billahi de gittim…”

“Biz de emir kuluyuz. Kusura bakma. O idare amirinin gözü gibi sevdiği köpeği, tövbe cancağızdır.”

Editör: Yunus Yasak