17 AĞUSTOS’TA, gece 03,02’de, o güne kadar hiç duymadığım korkunç bir ses ile uyandım. Öyle bir uğultu ki, bugün bile hala daha aklıma geldiğinde dizlerimin bağı çözülüyor. Bir süre sonra da sallandığımızı anlayıp “Deprem!” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Gerçi annem 1944 ve 1957 yıllarındaki Büyük Gerede depremlerini yaşamış ve sık sık bize anlatırdı. Yıkımları, yangınları ölenleri vs vs.

Bir süre yatakta öylece kala kaldığımı hatırlıyorum. Oysa bu güne kadar gerek öğrencilik yıllarında, gerek askerlik yaptığım kışlada, gerekse Sivil Savunma Müdürlüğünün, mahallelerde verdiği eğitim sonrasındaki tatbikatlarına pek çok kez katılmış olmama rağmen dondum kaldım. Aldığım bütün deprem eğitimleri fos çıktı yani.

Kendime gelip gece gece şehri kontrol etmeye çıktığımda, arabamdaki radyodan da ilk haberler geçmeye başladı. Gölcük, İzmit, Sakarya ve Düzce’de pek çok yıkımda bahsediliyordu. Hemen aklıma Düzce’deki gazetemin bürosu ve büroda çalışan arkadaşlarım gözlerimin önüne geldi. 42 km’lik yolu 25 dakikada alarak Düzce’ye vardığımda daha ilk kavşakta yıkılan apartmanı görünce dizlerimin tutmadığını hatırlıyorum. Çalışanlarımın oturduğu sokaktaki bütün evler yıkılmışken, onların oturduğu üç katlı eski ev dimdik ayakta duruyordu ve biraz rahatladım. Etraf henüz karanlıktı, saat 05,30’a doğru Ankara Büyük Şehir Belediyesinin otobüsleri halka sıcak ekmek dağıtmaya başlamıştı bile. O yüzden afet bölgesinde Melih Gökcek’e olan sempati hala daha devam etmektedir.

Gün aydınlanıp ortalığı görünce felaketin büyüklüğü ortaya çıktı. Bolu Valisi ve kentin diğer yöneticileri hemen hepsi Düzce’de kriz masasını oluşturmuşlar yapılacakları koordine ederken, yaralılarda teker teker Düzce Devlet Hastanesinin bahçesine getirilmeye başladı. Sonrasında da günler süren hummalı bir çalışma yürütüldü. Önce enkaz yığınlarında insanlar kurtarılmaya çalışıldı. Her canlı çıkışında “Allah-ü Ekber” nidaların yükseldi. Arama kurtarma ekipleri her can çıkardıklarında bütün yorgunluklarını unutup tekrar enkazın derinliklerine indiler.

Leş kargaları

Evet, 06 Şubat 2023’de asrın felaketini yaşadık. Hem 17 Ağustos, hem de 12 Kasım depreminden çok daha büyüğü ile 11 ilimiz depremden etkilendi. Tıpkı 24 yıl önce olduğu gibi yine pek çok gereksiz insan afet bölgesine üşüştü. 24 yıl önce enkaz kaldırma çalışmalarını meraklı gözlerle izleyenler, ekiplere nasıl zor anlar yaşattıysa bu sefer daha fazla ayak bağı oldular. 24 yıl önce cep telefonları henüz bu kadar gelişmemiş olduğundan ‘Felaket Turistleri’ sadece iş makinelerini izlemek ve TV kameralarını el sallamakla yetiniyordu. Bugünün nereden geldikleri belli olmayan ‘Felaket Turistleri’ ise cep telefonları ile story (hikâye) paylaşmanın telaşı ile ortalıkta ayakaltında dolaşıp durdular. Yardım götürüyorum, oradakilere yardım ediyorum, erzak dağıtıyorum vs vs yapıyorum diye kendisini TV muhabiri sanan ‘Felaket Turistleri’ bu afette bol bol instagram hesaplarına malzeme topladılar. Ellerindeki oyuncaklarıyla depremzede çadırlarına gidip ya da yardım dağıtım noktalarına gidip video çektiler, fotoğraf çektiler akılları sıra canlı yayın yaptılar. Sanki ortalıkta hiç TV, hiç gazeteci yokmuş gibi. Ama unuttukları bir şey var; afet bölgesinde afetzedelere, Afrika’nın balta girmemiş ormanlarındaki çıplak yaşayan yerli görmüş gibi davranmak, sanki afetzedeler oldum olası çadırda yaşıyordu da onları ilk defa görmüş gibi videolarını çekmek, fotoğraflarını çekmek o insanları ne kadar incitti; siz bunu biliyor musunuz? Yardım verirken insanların bir de videolarını çekerek, onlarla fotoğraf çektirerek, o insanları ne kadar kırdığınızın farkında mısınız? Üç beş eşya, biraz yiyecek içecek şeyler götürdün diye, üç beş kap yemek verdin diye o insanların onurlarını, gururlarını satın mı aldığınızı sanıyorsunuz? ‘Felaket Turistleri’ lafı sizin için az oldu, değiştiriyorum sizler ‘leş kargasısınız’. Nokta.

Editör: Yunus Yasak