O toprakların bu ülkenin geleceği olduğunu görmezden gelmek gibi bir lükslerinin olmadığını bilmiyorlar mı? Sadık yârimizin kara toprak olduğunun, o toprağın sadece bizi değil, gelecek nesilleri de gülle karşılaması gerektiğinin, emanete ihanet etmememiz gerektiğinin kimse farkında değil mi?

Malum artık Batman’da hava serinledi. Bu nedenle kapı pencere açmadan evde oturulabiliyor. Dün akşam evimde kapı pencere kapalı bir şekilde bir şeylerle kurcalanırken saat 22.00 sıralarında yanık kokusu hissettim. Telaşlı bir şekilde yaptığım kontrollerden yangının evde olmadığını anlayınca balkon kapısını açtığımda yoğun bir duman ve yanık kokusuyla karşılaştım. Sokaktaki insan ve araç hareketlerine baktım, kimsede bir telaş yoktu. İtfaiye ya da polisin siren sesleri de duyulmuyordu. “Tanrım” dedim kendi kendime, “Batman cayır cayır yanıyor ve yetkililer dahil tüm insanlar uyuşmuş!”

Hemen telefona sarılıp ilde olan bitenden birçoğumuza göre daha hızlı haberdar olan bir arkadaşıma “Yangın nerede?” diye sordum. “Telaşlanma, anız yangınları var” dedi sakin ve de üzgün bir sesle. “Eee peki neden söndürülmüyor, daha ne kadar canlı ve toprak yanacak” dediğimde, Alışkanlığın metanetiyle, “Bu saatte söndürme olmaz, tespit ederlerse faillere ceza kesilecek her zamanki gibi” diye karşılık verdi.

Telefonu kapatıp tekrar dışarı baktım, benim için dumanı ve kokusuyla görünür olan yangın yerindeki toprağın, gövdesinden koparılmış bitki köklerinin, milyarlarca karıncanın, böceğin, kuşun feryatları yüreğimi dağladı.

Hemen her yıl, özellikle bu mevsimlerde, anız yangınının sıçraması sonucu binlerce hektarlık orman alanlarının, hayvanların, köylerin yanıp kül olduğuna ilişkin haberlerle hepiniz karşılaşmışsınızdır.

Güzel yurdumun köylüsünün, çiftçisinin, insanının, kendi toprağını, topraktaki bitkisini, karıncasını, böceğini, kuşunu yakacak kadar sevgisiz, vefasız ve de korkusuz olmasını anlamak istemiyorum. Acaba ömürleri boyunca bir kez dahi olsa Aşık Veysel Şatıroğlu’nun,

“Koyun verdi kuzu verdi süt verdi
 Yemek verdi ekmek verdi et verdi
Kazma ile döğmeyince kıt verdi
 Benim sadık yârim kara topraktır

Ademden bu deme neslim getirdi

Bana türlü türlü meyve yetirdi

Her gün beni tepesinde götürdü
Benim sadık yârim kara topraktır

 Karnın yardım kazmayanın belinen
 Yüzün yırttım tırnağınan elinen
 Yine beni karşıladı gülünen
 Benim sadık yârim kara topraktır.”

diyen dizelerini dinlememiş, okumamış olabilirler mi?                                       

Bilmeyenler için söyleyeyim anız, toprak içinde kalan bitki kökü, biçilmeden toprakta kalan saplar, tarla sınırındaki otlar ve benzerlerinin ortak adıdır. Edindiğim bilgiye göre anız yakmanın yaygın gerekçesi: Toprağı, yabani yulaf, brom, tilkikuyruğu gibi yabancı otlardan; salyangoz, kırkayak, kene, tel kurdu, örümcek gibi böceklerden arındırmak; yaprak lekesi, sap ve kök çürüklüğü, erken fide yanıklığı ve solgunluk gibi hastalıklardan kurtarmaktır.

Oysa, tapu kayıtlarına göre tarlanın sahibi olan ya da kullanım hakkına sahip olan, bilinçsiz, işin kolayına kaçan ve günü kurtarma derdinde olan kişinin sanırım bilmediği birçok şey var. Birincisi, anız yakarak bitkinin büyümesinde son derece önemli olan toprağın canlı üst tabakasını yakmakta ve gelecek yıl yetiştirmeyi düşündüğü ürünün verimini tehlikeye atmakta, verimi artırmak için daha çok gübre kullanmak zorunda kalmakta, daha çok gübre kullandığında da ülkenin su kaynaklarının kirlenmesine yol açmaktadır. İkincisi, toprağı su ve rüzgar erozyonundan koruyacak bitki kökünü yok ettiği için toprağın erozyona karşı dayanıklılığını azaltmakta, gelecek yıl ucuza ekip biçeceğini zannettiği toprağının bir bölümünün su ve rüzgarla taşınıp yok olmasına yol açmaktadır. Üçüncüsü, anızı yakarak toprağın su tutma gücünü azaltmaktadır. Bu da, toprağın yağmur ya da sulama suyunu muhafaza edememesi nedeniyle su sarfiyatının artmasına yol açar. Dördüncüsü, anız yakarak kök çürüklüğü ve ekin kurdu gibi zararlılardan kurtulamadığı gibi, takip eden yıllarda kök çürüklüğü hastalığının artmasına neden olur. Beşincisi, yangının, komşu tarlalara, sınır çitlerine, ağaçlara, çevredeki yerleşim yerlerine sıçramasına neden olarak birçok can ve mal kaybına yol açması kuvvetle muhtemeldir.

Ben memur bir ailenin çocuğu olduğum ve de çiftçi olmadığım halde, yaşadığım yerlerde yaptığım gözlemler, taa ilkokulda öğrendiklerim ve ziraat mühendisi arkadaşlarımla yaptığım sohbetlerden şunu biliyorum ki;

1)En az toprak kaybı, hasattan sonra gölge tavında sürüm yapılan tarlalarda olur.

2)Anız, sap parçalama makinesi ile parçalandıktan sonra tırmıkla toplanır.

3)Biçerdöverle hububat  hasadının toprak yüzeyine yakın yapılması sonucu kalan sap miktarı az olacağı için çürümesi ve mikroorganizmalar tarafından parçalanması daha kolay olur ve bu da toprağın verimini arttırır.

4)Bazı durumlarda anızın daha çabuk parçalanıp organik maddeye dönüşmesini sağlamak için azot dengeleme gübresi verilmesi gerekir.

5)Yabancı ot ve haşereleri yok etmek için ilaçlı mücadele yapılması gerekir.

6)Anızın ekim makinesinin ekici ayaklarını tıkamaması için disk ayaklı ekim makineleri kullanılması uygundur.

Benim bildiklerimin modasının geçmiş olma olasılığının ya da bir kısmının yanlış olma olasılığının bulunduğunu peşinen kabul ediyorum. Çünkü başta da söyledim ya ben çiftçi değilim.

Şimdi, aklıma şu sorular geliyor: Anız yakmak bu denli zararlı iken, yurdumun tarım müdürlükleri çalışanlarının bu durumu bilmemeleri ve de topraklarımızı korumak için en iyisini bilmemeleri mümkün değil iken, halâ daha yurdum köylüsüne, çiftçisine bu durumu anlatamamış olmalarının nedeni nedir? Anız yaktığı tespit edilen -ki edilmesi pek olanaklı değil sanırım- kişilere verilen para cezalarının işe yaramadığını, eğitimin şart olduğunu yetkililer görmüyor mu? Yüzyıllardır köylüye, çiftçiye bunu anlatamadıkları için kendilerini başarısız saymıyorlar mı? O tarlaların, kendi malları olması nedeniyle istedikleri gibi kullanabileceklerini, yakabileceklerini düşünen kişiler, o toprakların bu ülkenin geleceği olduğunu görmezden gelmek gibi bir lükslerinin olmadığını bilmiyorlar mı? Sadık yârimizin kara toprak olduğunun, o toprağın sadece bizi değil, gelecek nesilleri de gülle karşılaması gerektiğinin, emanete ihanet etmememiz gerektiğinin kimse farkında değil mi?

Editör: TE Bilişim