Zekât lugatta temizlik, bereket, çoğalma ve güzel övgü manalarında kullanılır. Dini anlamda ise; Bir malın belli bir miktarını, belli bir zaman sonra hak sahibi bir kısım Müslümanlara Allah rızası için vermektir. Hicretin ikinci yılında farz kılındı. Farziyeti Kitap, Sünnet ve İcma’ ile sabittir. Zekât mali bir ibadettir. Aynı zamanda buna işsizlik sigortası da denilebilir. Farz kılınış hikmetlerinden birisi de; nefsi cimrilikten kurtarmak, maddi eşitliği sağlamak ve Cenabı Allah’a şükür etmektir.

Zekât müessesesi İslam’ın öngördüğü şekilde işletildiği takdirde maddi bakımından Müslümanların çehresi değişir. Oysa İslam coğrafyasında işsizlik alabildiğine çoğalmaktadır. Her sene işsizliğe çare bulmak için planlamalar yapılmakta, ilgililer tarafından açıklamalar yapılmaktadır. Ancak müspet her hangi bir netice alınamamaktadır.

İşte kâinatı içindekilerle beraber yaratan ve mülkün sahibi olan cenabı Allah, ilmi ezelisiyle bunu bilmiş ve işsizliğin üstesinden gelinebilmesi için zekâtı farz kılarak bunu İslam’ın bir şartı ve vazgeçilmesi caiz olmayan bir görev olarak peygamberleri vasıtasıyla Müslümanlara bildirdi. Ümmet anlayışı çerçevesinde müslümanlar bir araya gelip Kur’an’a sahip çıktıkları ve zekat için bir fon açıp adilane bir şekilde zekatı toplayıp dağıttıkları takdirde işsizliğin üstesinden gelememeleri düşünülemez. Ömer bin Abdulaziz döneminde hazine o kadar doldu ki zekat alacak Müslüman kalmayınca, zimmi olan gayrı Müslim fakirlere zekatın verilmesi emri verildi.

Nisab miktarının gr. üzerinde hesaplanmasında farklı görüşler ortaya çıkmaktadır. Yusuf El -Kârdavi 85 gr. Altın veya 595 gr. Gümüş, Dr. Mustafa El-Hin ve arkadaşlarının hazırladıkları Şafii ilmihalinde ise 96 gr. altın veya 672 gr. gümüş olarak tesbit etmişlerdir. Eski dönemlerde takriben 20 miskal altın ve 200 dirhem gümüş aynı değerde idiler. Ancak asrımızda gümüş değerini yitirdiği ve dünya gündeminden düştüğü için hesaplamalar altın üzerinden yapılır. Dolayısıyla da 85 gr. altın veya bu miktara tekabül eden ve üzerinde bir sene geçen ticaret malları, altın ve paranın yüzde iki buçuğu, yer mahsulâtının ve balın yüzde onu, arklar veya kuyular açılıp sulanıyorsa yüzde beşi, madenlerin yüzde beşi, küçükbaş hayvanların ilk etapta kırkta biri, çoğaldıkça sayı değişir. Büyük baş hayvanlar sayısı otuz olunca iki yaşına basmış bir buzağı verilir. Çoğaldıkça zekât miktarı da değişir. Manda da sığır hükmündedir.

İmam Ebu Hanife dışındaki diğer mezhep âlimlerine göre, zirai ürünlerde nisap miktarı 653 kg. dır. Bu miktara ulaşmayan veya kurutulup azık olarak saklanması mümkün olmayan ürünlerde zekât yoktur. Ancak imam Ebu Hanife’ye göre sebze ve meyveler dahil olmak üzere bütün yer mahsulatı zekata tabidir ve nisap miktarı şart değildir. Ne elde ederlerse onda biri veya beşte biri zekât olarak verilir. Hanefi dışındaki âlimlerin görüşüne göre Kadınların ziynet eşyalarında zekât yoktur. Hanefilere göre ise kadın ziyneti nisap miktarı olan 85 gr. a ulaştığı zaman kırkta biri zekât olarak verilir. Özet olarak denilebilir ki: arsa, ev, araba, taş, kum ve diğer mallar gibi ismi ne olursa olsun ticaret niyetiyle alınıp satılan bütün mallar zekata tabidir ve bir sene dolduktan sonra kırkta biri zekat olarak verilir. Bu konular hakkında İlmihallerde geniş bilgi verildiği için burada geniş açıklama yapmaya gerek görülmedi. Geniş bilgi için oralara müracaat edilebilir.

İşte bütün Müslümanlar hakkıyla zekâtlarını verdikleri zaman, bunun ne kadar tutacağının hesaplanmasını yapmak kolay değildir. Zekât, kârla birlikte sermayeden verilir. Gönül rızası, imanının gereği ve Cennet’i kazanma niyetiyle verildiği için zekât kaçakçılığını yapmak fazla düşünülemez. Çünkü verilmediği takdirde Aşağıdaki ayet ve hadislerde anlatılacağı gibi Cehennem’e gitmek için yeterli bir nedendir. Farziyeti hakkında aşağıdaki ayetlerde Cenabı Allah buyurur ki: “ Mallarının bir bölümünü sadaka (zekat) olarak al ve bu yolla onları temizle, günahlardan arındır. Onlara dua et, çünkü senin duan onlara gönül huzuru sağlar. Allah her şeyi işitir ve bilir.”(Tevbe:103)

 “ Namazı kılın, zekâtı verin ve rukûa varanlarla birlikte siz de rukû’a varın.”(Bakara:43)

Peygamber (s.a.v) aşağıdaki hadislerde buyurur ki: “İslâm beş temel üzerine bina kılınmıştır: Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekâtı hakkıyla vermek, Allah’ın evi Kâbe’yi haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Buhârî, Müslim,Tirmizî, Nesâî: Îmân )

 “Ben, insanlarla Allah’tan başka ilâh olmadığına, Muhammed’in Allah’ın Resulü olduğuna şahadet edip, namazı tastamam kılıp, zekâtı hakkıyla verinceye kadar savaşmakla emrolundum. Bunları yaptıkları zaman kanlarını ve mallarını benden korumuş olurlar. İslâm’ın gerektirdiği haklar bunların dışındadır. Onların kalplerinde gizledikleri şeylerin hesabı da Allah’a aittir.” (Buhârî, Müslim, Îmân. Ebû Dâvûd, Cihâd ,Tirmizî, Nesâî, Zekât ,İbni Mâce, Fiten )

Aşağıdaki hadislerde de zekât vermeyenler hakkındaki uhrevi ceza üzerine dikkatlar çekilmektedir. Zira buyrulur ki:

Ebu Davud dışında diğer beş ravinin rivayet ettikleri hadiste Peygamber (s.a.v) buyurur ki: "Kim malının zekâtını vermezse Kıyamet gününde o malın kendisine, aşırı zehiri dolayısıyla başında tüy görünmeyen ve ağzının iki yanından zehir saçan bir yılan halinde gösterilir ve nihayet o yılan boynuna dolandırılarak iki çenesinden tutar ve işte ben senin malınım, ben senin hazinenim der." Daha sonra Peygamber (s.a.v) bizlere yüce Allah'ın Kitabından bunu doğrulayan şu âyet-i kerimeyi okudu:

“Allah'ın fazl-u kereminden kendilerine verdiği şeylerde cimrilik edenler, bunun kendileri için hayırlı okluğunu sanmasınlar. Bilakis bu onlar için bir şerdir. Cimrilik ettikleri şey Kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır. Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır. Allah işlediğiniz şeylerden haberdardır.”(Al-i İmran :180)

Yukarıda görüldüğü gibi zekât vermemek öyle kolay bir mesele değildir. İnsan dünyada cimrilik yapıp zekâtını vermeyebilir. Ancak bunun ahiretteki cezası vardır. Ahiretteki cezayı atlatmak mümkün değildir. Dünyada iken bu sorumluluğu kaleye almadan ve tevbe etmeden ölen bir insan, başına vuracak, ah vah çekecek. Ancak bu feryatların bir faydası olmaz. Çünkü hayatta iken yukarıdaki ayet ve hadiste geçen tehdit ve uyarılara kulak vermemiş, bir lüks araba alayım, bir apartman daha dikeyim, şu yatırımı yapayım derken sıra zekât vermeye gelmemiş ve işlerini yarıda bırakarak bu düyadan ayrılmıştır. İşte onun vermediği zekât, ağzının her iki tarafında zehir saçan kel bir ejderha yılana dönüşür ve işte senin cimrilik yapıp vermeye kıyamadığın malınım, diktirdiğin apartmanlarınım, fabrika ve tırlarınım diye çenelerinden tutarak ve ona tehditler savurarak cezalandıracaktır.

Yine ayette buyrulur ki;

 “Ey müminler, birçok hahamlar ve rahipler insanların mallarını batıl yöntemlerle yerler ve halkı Allah'ın yolundan alıkoyarlar. Altın ve gümüşü biriktirip de bunları Allah yolunda harcamayanları acıklı bir azapla müjdele! “O gün biriktirdikleri altın ve gümüşler cehennem ateşinde kızdırılır ve onlarla alınları, yan tarafları ve sırtları dağlanır; kendilerine "Bunlar biriktirdiğiniz altın ve gümüşlerdir şimdi biriktirdiklerinizin azabını tadın bakalım" denir.”(Tevbe:34,35)

İnsanoğlu her an şeytana yenilebilir. Çünkü şeytanın görevi kalplere vesvese sokmaktır. Resulüllah’ın sahabesi durumunda olan bir kısım kimseler, Resulullah’ın vefatından sonra tevbe/103.cü ayetini gerekçe göstererek “Resulüllah hayattayken zekât verdiğimizde bizim için dua ediyordu. Şimdi dua edemez. Dolayısıyla da biz de artık zekât vermeyiz.” Diye nefsani bazı gerekçeler ileri sürüp zekat vermek istemeyince, Hz. Ebubekir üzerlerine gönderilmek üzere bir ordu hazırlayıp buyurdu ki:           “Allah’a yemin olsun ki (zekât vermemekle) namaz ve zekâtı birbirinden ayıranlarla savaşırım. Allah’a yemin olsun ki eğer Resulüllah (s.a.v) e verdikleri bir oğlağı bile bana vermezlerse, bunun için onlarla savaşırım.”(Buhari) Hz. Ebubekir, zekâta verdiği önemine binaen zekât vermemeyi savaş sebebi saymıştır. Çünkü zekât, İslam için ekonominin bel kemiği durumundadır ve en büyük gelir kaynağıdır. Ekonomisi güçlü olmayan bir devlet ne kadar ayakta durabilir? Bunun için Hz. Ebubekir, onlar hakkında irtidat muamelesini yapıp onlarla savaşmaya karar verdi. Kur’an-ı Kerimin 32 yerinde namaz ve zekât birlikte zikredilmiştir

Zekâtın verileceği kimseler: Bunlar Kur’an-ı kerimde şu şekilde zikredilmektedirler:

“ Allah'dan bir farz olarak sadakalar (zekâtlar), ancak fakirlere, düşkünlere, onun üzerinde çalışan (memur)lara, kalpleri (İslam’a ) ısındırılacaklara, kölelere, borçlulara, Allah yolunda (cihad edenlere) ve yolculara aittir. Allah her şeyi bilen hükmünde hikmet sahibi olandır.” (Tevbe:60)             

Ayette aşağıdaki sekiz sınıf geçmektedir:                                                        

1-fakirlerdir ki bunların hiçbir geliri yoktur.                                                    

2- Miskinler. Bunların biraz gelirleri olmasına rağmen normal bir şekilde giderlerini karşılamamaktadır. Kimisine göre de bu fakirin tanımıdır.

3- Zekât toplama memurları. Bunlar her şeylerini bırakıp bütün mesailerini bu işe verdikleri için zengin olsalar da yine onlara zekâttan bir miktar verilebilir.                 

4-Kalpleri İslam’a ısındırılacak olanlar. İslam’ın prensiplerinden birisi de kalpleri fethetmektir.

İşte İslam’a karşı peşin hükümlü olmayan kimselere yardım severlik yüzü gösterildiği zaman İslam’ın adalet ve ihsan prensiplerinden etkilenerek İslam’a girebilir veya başkasının İslam’ına örnek teşkil edebilir kanaatı varsa, İslam’a girmeye teşvik bakımından Müslüman olmayan birisine zekât fonundan bir şeyler verilebilir.                                                    

5- Sözleşmeli köleler. İslam dini Köleliğin sona ermesine yardımcı olmayı amaçlar. Bu yüzden, şayet bir köle para karşılığında azad edilmesi için efendisiyle anlaşmışsa, buna da zekâttan yardım edilir.                                                              

6- Borçlular. Bunlar meşru bir şekilde çalıştıkları halde ellerinde olmayan bir nedenden dolayı iflas ederler, alacaklarını toplayamazlar, kiradan kurtulmak için kendi durumlarına uygun bir ev yaparlar, israfa kaçmadan ve meşruiyet sınırlarını aşmadan evlenip borç altında kalırlar veyahut iki taraf veya grup arasındaki fitneyi önlemek için borçlanıp barışı sağlarlar. İşte bu nedenlerden dolayı borçlu olanlara da zekât verilir.                                   

7- Fi Sebilillah–Allah yolunda çalışan mücahitler. Yanı; kendilerini İslam’ı tebliğe, İslam için çalışma ve mücahede etmeye veren kimselere de zekat yardımı yapılır.        

Hanefilere göre zekâtta temlik şartı vardır. Bu nedenle de zekât ancak fakir veya miskin sayılan mücahit ve gazilere verilir. Zengin sayılan mücahit ve gazilere zekât verilmez. Ancak Hanefiler, fi sebilillah’ın kapsamında ihtilaf etmişlerdir. Kimisine göre buna hacca giden ve ilim tahsilini yapan gibileri de girer. Ancak bununla silah ve diğer harb edevatları alınamaz. Malikilere göre de zekât, gazi ve mücahitlere verilebildiği gibi harb için lazım olan bütün silah ve malzemelerin satın alınmasında da kullanılabilir.  Şafii ve Hanbeli’ler de malikiler gibi düşünürler. Ancak iki hususta Malikilere muhalefet ederler.                                  

Hanbelilerin iki görüşten birisine göre hac yapmak da “fi Sebilillah’in” kapsamına girer. Dört mezhebin görüşlerine göre de zekât fonundan; köprüler, camiler, medreseler, surlar ve yolların yapılması ile ölülerin kefenleri için harcama yapılamaz.

8- Yolculardır. Bilhassa eski zamanlarda iletişim ve nakliye vasıtaları olmadığı için uzun bir yolculuğa çıkan birisi, memleketinde zengin olmasına rağmen parası tükenip veya çalınıp parasız kalabilirdi. Onu kendi evine kavuşturacak miktarda yardım etmek, zekât fonundan karşılanırdı. Ancak asrımızda bu illetin varlığı tartışılabilir. Çünkü iletişim ve nakliye araçların çoğalıp yaygınlaşması nedeniyle, aynı günde dünyanın her yerine paralar ulaştırılabilmektedir. Ancak gelişmemiş ve bu imkânlara kavuşamamış yerler varsa, elbette oralarda ayetin gereği ne ise o yapılır. Allah’a emanet olun!

FİTİR SADAKASI:

Ramazan bayramına İdü’l-Fitir denir. Çünkü bu bayramın en büyük özelliği, fakirlere Fitre sadakasının verilmesidir. Aynı zamanda buna beden ve yaratılış fitresi de denilir. Çünkü bedeni manevi pisliklerden temizler. Bir Müslüman ihlâs üzere oruç tuttuğu zaman, nefsini manevi pisliklerden temizler ve yalnız Cenabı Allah’ın bileceği miktarda sevap kazanır. Ancak ibadetlerin bedeni tarafları olduğu gibi mali tarafları da vardır. Dolayısıyla da bedenen yapılan oruç ibadetinin, malla da pekiştirilmesi gerekir ki tutulan oruç daha fazla kabule şayan olsun. Bu mali tarafı da fitre sadakasıdır. Bununla fakirler sevindirilmektirler.

Şafii, Hanbeli ve Malikilere göre; Bayram gecesi ve günü kendisi ve şer’an bakmakla yükümlü olduğu kişilerin, nafaka, mesken ve diğer zaruri ihtiyaçlarından fazla olarak fitre sadakası kadar mala sahip olan bir kimseye hem kendisi, hem de şer’an bakmakla yükümlü olduğu kimseler için fitre sadakasının verilmesi vacip olur. Hanefilerde ise zekâtta olduğu gibi fıkıhta geçen zaruri ihtiyaçtan fazla olarak nisap miktarı Yanı: takriben 85 gr. Altın değerinde bir mala sahip olan kimselere vacip olur. Bunun miktarı bir sa’dır. Sa’, Resulullah döneminde bir kişinin iki öğün yemeğine denk geliyordu. Dolayısıyla da herkes sofrasına koyduğu yemekleri baz alarak sabah ve akşam bir kişiyi doyuracak miktarda fitre sadakasını vermesi gerekir. Herkesin ikamet ettiği yerdeki fakirlere öncülük vermesi fıkhın özüne daha uygun olur. Ancak bulunduğu yerde fakir bulunmuyorsa o zaman uzakta bulunan fakirlere gönderilir. Yakınlık sırasına göre fakirlere öncülük tanınması daha uygun olur. Vacipliği, aşağıdaki hadisle sabittir. İbni Ömer (r.a) rivayet eder ki:

 “ Resulullah (s.a.v) Ramazan ayında; hür, köle, kadın ve erkek her Müslüman’a, hurma veya arpadan bir sa’ miktarını fitre sadakası olarak farz kıldı.” (Buhari, Müslim)

Hadiste hurma ve arpa örnek olarak gösterilmiştir. Bunları yiyen bunlar üzerinden, buğday veya başka şeyler yiyen de onlar üzerinden hesaplayacaklardır. Yukarıda da işaret edildiği gibi Resulullah döneminde bu miktar iki öğün yemeğe denk geliyordu.