Yönetim şekillerinin adı ve ilkeleri ne kadar farklılık arz ediyorsa yönetici tipleri ve yönetim şekilleri de o kadar önem arz etmektedir. Günümüz dünyasında bir ülke veya kurumun ne tür bir yönetim şekliyle idare edildiği onun çıkaracağı işler ve oluşturduğu izlenim hakkında da bir yargıya varmamıza neden olur.

İlkeler üzerinden yürüyen bir sistem ile kişiler üzerinden yürüyen bir sistemin karşılaştırılmasından da görülmektedir ki sistemsel yürümeyen işlerde başarıyı süreklileştirmek pek mümkün olamamaktadır.

Şurası bir gerçektir ki en mükemmel sistemlerle işlerin idare edilmesi durumunda bile eğer yönetim mekanizmasında liyakate önem verilmezse sistem zamanla körelir ve üretemez bir hal almaya başlar. Hele hele eğer yönetim mekanizmalarında liyakate uymama meselesi yöneticiler düzeyinde yaşanmaktaysa durum daha da tehlikelidir.

Yönetimde;

“Tedbir,

Adalet,

 İtidal  ve

Kuvvet  en  mühim  faziletlerdir” diyor ünlü düşünür platon.

Bunların uygulayıcısı olan yöneticilerin seçilmesinde bu hassasiyetin bir gereği olarak liyakat unsuruna dikkat etmek gerekmektedir. Çünkü liyakat sahibi olmayan bir idarecinin atacağı adımlarda tedbirli davranması söz konusu olamaz ve bu tedbirsizliğinin cezasını sadece kendisi değil mahiyetinde bulunan cümle alem çeker. Tedbir konusunda hatırlatılması gereken sözlerden birisi de “Bir musibetin bin nasihatten evla olduğu" sözüdür. Bu nedenle liyakatlı yönetici tedbirli olur.

İkinci konu adalettir. Liyakat sahibi olmayan yöneticinin adaleti sağlaması mümkün değildir. Adalet için kendisine gelenlere vereceği cevap makamın kendisine sunduğu avantajların kişisel kullanımından başka bir şey olmayacaktır. Elindeki adalet asasını kendi çıkarları doğrultusunda kullanmaya müsait bir durum ortaya çıkar. Her ne kadar “Adalet mülkün temelidir” sözü ile durum hatırlatılsa bile adalet adını liyakatsizlerin ortaya koyacağı hüküm adaletsizlik olacaktır.

Üçüncü konu olarak da itidal yani ılımlılık aşırı olmama durumu gelmektedir. Yöneticilerin yönetirken ılımlı ve yumuşak bir üsluba sahip olması gerekmektedir. Liyakat sahibi olmayan yöneticiler makam ve mevkinin verdiği güce dayanarak söylemlerinde sertleşmekte ve etraflarında bulunanlara kin kusmaktadırlar. Sertleştikçe daha iyi hükmettiğine inanmaktadır ki bu onu yanılgıya götürmekte ve zamanla yönettiği kesimden uzaklaştırmaktadır. Tecrübeliklerinden de kaynaklana gerekçelerden dolayı korkutarak yönetmeyi sevdirerek yönetmeye tercih etmektedirler.

Ve kuvvet. Kuvvet bir yöneticiyi yoldan çıkaran ya da iyi bir yönetici yapan temel vasıflardan biridir. Elinde buluna yönetim kuvvetini itidal içerisinde adaletli bir şekilde dağıtan ve aşırılıklara karşı tedbiri elinden bırakmayan yöneticiler liyakatli yöneticilerdir ki onların kılıcı adaletin kılıcı olarak kabul edilir kuvvetleri yararlılığın timsali olarak görülür. Yönetimin sağladığı kuvveti yönetilenleri ezmek, hor görmek, üstünlük taslamak için kullanan yöneticiler elbette bu liyakatsizliklerini cezasını eninde sonunda ödemek zorunda kalmaktadırlar.

Bu nedenlerle yönetimde liyakat çok önemlidir. Bunun gereklerini yerine getirmeyenlerin durup bir daha düşünmelerinde fayda bulunmaktadır.

Kurum yönetmenin, kent yönetmenin, ülke yönetmenin kahvehane yönetmekle aynı olmadığını yöneticilerin bilmeleri gerekir. Yönetimini aldığınız alanları kahvehaneye dönüştürürseniz, kural kaide, ilke diye bir şey bırakmazsanız, size duyulan güveni, verilen değeri iyi anlamaz ve kavramazsanız hem kendinizi hem sahip olduğunuz veya olmanız gereken değerlere zarar vereceğinizi, vermekte olduğunuzu bilmeniz gerekmektedir.

Allah Rasûlü buyurdu:

“Sizler yöneticilik hususunda çok arzulu olacaksınız. Oysa bu görev (hakkını vermeyenler için) kıyamet günü bir pişmanlık olacaktır. Yöneticilik (önce veya dünyada sağladığı imkanlar bakımından) ne güzel sütannedir ve (sonunda ayrılınca veya ahirette hesaba çekilince) ne kötü sütten kesen annedir!” (Buhârî, “Ahkâm”, 7)

Selam ve dua ile...