Kimi babalar ya da büyükler vardır ki; öte yakaya göçüp gidince ardında maddi olarak büyük servetler yerine bir ad, bir ses, bir nefes bırakır ve öylece çekip giderler. Sonra, gidince o arkalarında bıraktıkları ad çocuklarının geleceği olur.

Celal Güzelses adı çocukları, torunları için böylesi sanki.

Bir kaç gün önce sabah uyanınca WhatsApp mesaj kutumda Batman’dan dostum Arif Arslan’ın yolladığı linki görüp tıkladım. Celal beyin oğlu Erdem Güzelses ile Barış Arslan röportaj yapmış ve sonra yazı yazmış.

Erdem abi ile bir kaç kez Diyarbakır ziyaretlerinde oğlu, kardeşim torun Celal ile birlikte sohbetler etmiştik tabii ki. Ama hiç bir sohbetimizde Erdem abinin Batman yılları ve o yılların futbolculuğu ile ilişkisi gündeme gelmemişti. Yazıdan ilk kez öğrenmiş oldum.

Meğerse Erdem Güzelses Batman Petrolspor’da uzun yıllar top koşturmuş, hatta takım kaptanlığı da yapmış. Futbolculuğunun ayrıntısına girmeyeceğim, yazıda hepsi var.

Yazıyı hemen torun Celal Güzelses’e yolladım. Ardından Celal aradı, uzunca sohbet ettik, her zamanki gibi. Anlatıp durdu o yılları. Celal, Batman’da babasının TPAO’da çalıştığı yıllarda doğmuş. Batman doğum yeri olmakla birlikte nüfus kaydını Erdem abi Diyarbakır’da nüfusa işletmiş.

Anlatıyor Celal, “Babam Batman defterini kapadıktan yıllar sonra babamın emek verdiği benim doğduğum ve ilkokulu okuduğum çocukluk arkadaşlarımla top koşturduğum ve Batman halkının ayrı bir dünya gibi gördüğü ve ‘site’ dediği yere gideyim dedim.

“Vardım site girişindeki güvenliğe sordular söyledim. Sonra kim olduğumu öğrenmek isteyince güvenlik görevlisi, babamın adı döküldü dudaklarımdan. O esnada arkada bir yerde oturan daha yaşlıca biri, yerinden fırlayıp beni kucakladı ‘vay demek Erdem abinin oğlu Celal’san he’ dedi. Sonra başladık sohbete, okuluma, sitenin diğer bölümlerine gittik. Hemen her yerde anılar, anlatılanlar ve benim çocukluk, babamın dostluk izleri...”

Nostalji dediğimiz aslında sadece geçmişi hatırlayıp yad etmek değil! Geçmişte yaşanmışlık üzerinden; an ile, yaşanan dem ile geleceğe bir güzellik de bırakmaktır.

Hazır şehirlerin eskileri hızla yiterken bu daha kıymete biniyor ister istemez. Bir de tabi Batman gibi kent hafızası “dünkü çocuk” sayılan hepi topu 70-80 yıllık bir şehri konuşuyorsak!

Yine Celal anlatıyor; “tepelik bir yerde sitenin havuzu var, biz çocuklar havuza girip yüzüyoruz, top oynuyoruz. Bir de baktık ki taşlar geliyor üzerimize sitenin yanındaki köyden! Köyün çocukları atıyor. Kızmışlar, öfke duymuşlar. ‘Sizin havuzunuz var yüzüyorsunuz. Topunuz var futbol oynuyorsunuz. Bizim neyimiz var ya!’ Benden bir kaç yaş büyükler de taşa taşla karşılık verse de, sonra evlere dağıldık. Akşam babama anlattım. Bir kaç gün sonra öğrendim ki, babam öncülük edip köye kıyafetler, çocuklar için yiyecekler ve meşin, naylon ne bulmuşsa toplar göndermiş. Bir gün de köy çocukları geldi birlikte havuzda yüzdük. Ve sonra kaynaştık birlikte köy çocukları ile çift kale maçlar yapmaya başladık.”

Celal’in bu havuz macerası geçtiğimiz yıl Diyarbakır’da çekilen şimdi çeşitli yarışma gösterimlerine katılan Aydın Orak’ın “Sabırsızlık Zamanı” filmini anımsattı bana. Ben û Sen mahallesi çocuklarının sur dışında hayatlarımıza giren korunaklı steril sitelerden birinin havuzuna kaçak göçek yollardan girme ısrarını anlatıyordu film. Meğerse Batman en az elli yıl önce hikâyeyi yaşamış.

Barış Arslan’ın yazısının bir yerinde var; petrol rafinerisini Amerikalılar kurduktan ve işletme faaliyete geçtikten bir süre sonra çeker giderler. Onların yerine artık bölgeden çalışanlar teknik ekip olarak yürütür işleri. Meğerse hikâyenin asıl arka planı varmış.

Erdem abinin de oturduğu bir muhabbette biri demiş ki; “ya hu bu Amerikalılar hayli uzaktan gelmişler buralara. Çok iyi de maaş, yanında tazminat da alıyorlar. Arıza olduğunda da işleri ellerinden kaçıp gitmesin diye tamiri bize öğretmiyorlar. Ne yapıp edip onları izleyip öğrenelim.”

Erdem Güzelses bunun üzerine izler Amerikalıları nasıl tamir ettiklerini zihnine not edip iletir arkadaşlarına. Hatta zaman zaman da kimi arızaları kendileri yaratır, takip edip tamirini tez zamanda öğrenmek için. Ve artık öğrendiklerini yetkililere bildirince Amerikalılar da öylece çekip giderler.

Benim Batman’da stajyer kaymakam olarak çalıştığım yıllarda arada bir Batman çarşısında kamyonda deniz balığı satıldığını görürdüm. Batmanlılar da alırdı balığı! Meğerse onun da hikayesi varmış. Erdem bey “Batman hep et tüketiyor, haftada bir gün de balık yesinler” diyerek işletmede çalışan Trabzonluların da desteğiyle haftada üç kamyon, ağırlığı hamsi olmak üzere mevsimine göre balık çeşitleri getirtir Batman’a. “Her Çarşamba iki kamyon çarşı içindeki ‘hayat taksi’nin oraya park ederdi, bir kamyon da site girişine. Millet kuyruğa girer balık alırdı. Batman deniz balığı ile işte böyle tanıştı.” diye anlattı sevgili Celal.

Sapanla sığırcık avlarlarmış. Bir gün tuhaf bir kuş vurmuşlar. Daha önce görmedikleri bir kuş çeşidi. Celal meraklı, eve götürüp babasına göstermiş. “Ya hu bu Martı nerden gelmiş buralara nasıl vurdunuz bunu” diye dillendirmiş. Sonradan öğrenmişler ki meğerse Karadeniz’den o balık kamyonları gelirken martılardan bir kaçı da takılmış balıkların peşine, yolları Batman’la kesişmiş.

Bakın bir röportaj-yazı, bir başka yazıya nasıl kanat çırptı.

Erdem abi şimdi 85’inde bir ulu çınar. Hatıraları ve hatırladıklarıyla yaşasın.

Editör: TE Bilişim