*Sinemanın içi kışlık olandan farklıydı. Perdenin önünden yukarı doğru yükselen bir şekil verilmişti, bu filmin sahneye tam yansıması için yapılmıştı. seyircilerin oturacağı alana merdivenle ulaşılıyordu. Sandalyelerin dizilişi aynıydı.

 

RAMAN MAHALLESİ ŞENDİ

Film oynatma makinası perdenin karşısında yapılmış küçük bir odaydı. Raman sinemasında bir çok anım oldu. Raman Mahallesi o zamanlar benim de ikamet ettiğim semtti. Nüfus  cüzdanımda hala kaydım ‘Raman mahallesi’ diye geçiyor. Küçüklerin oynayacak alan sıkıntısı yoktu. Boş arsalarda koşup oynamak mümkündü. O zamanlarda oyuncaklarımız yoktu, bizler icatlar yapardık. Kış için de oyunlarımız vardı. Toprağa teneke kutunun genişliğinde bir çukur kazırdık. Sonra da kutuyu çukura bırakıp etrafını kazılan toprak doldurur, ayakla sıkıştırırdık. Tenekenin kapalı olan üst kısmına bir çiviyle delik açardık. Çukuru su ile doldurup içine karpit atardık. Kutuyu da çukura yerleştirirdik. Ateşleyici ucunda yanan uzun bir odun parçasıyla kutunun üstündeki deliğe dokundurduğu zaman teneke metrelerce yukarı fırlardı. Her patlatmada bir önceki yükselişi tartışırdık.
BULGAR GÖÇMENLER VARDI
Raman Mahallesinde Bulgaristan'dan göçen ailelerin çocukları çoğunluktaydı. Yaşları bizden büyük olmasına rağmen aralarına girmelerine izin verirlerdi. Rıfat ve Alaettin kardeşler, amca çocukları merhum Necmettin ile ağabeyi Recep vardı,  babasının dükkanın da çalışırlardı. Demircilik yapardı babası. Bir arka sokaktaki dükkanına giderdik. Demiri ‘kor’ hale getirmek için kullanılan ateş ocağına atılan kömürü yakmak için hava körüğünü çalıştırırdık. Balta-kazma karasaban’dı, onların imal ettikleri. İşlerini itinayla yaparlardı.

 

DARBUKACI CEVDET...

Bir de Darbukacı Cevdet vardı. gözleri görmüyordu,  sürekli güneş gözlüğü kullanırdı. Düğünlere davet edilir, darbukası ile düğüne renk katardı. Evlerinin bahçesinde otururdu. Annesi onunla ilgilenirdi. Bir de hareketli biri vardı ki ‘Muhteşem’di. Hareketli muzip biriydi. Ekibin ayrılmaz parçasıydı. Necmettin ‘hava’cı olarak askerlik görevini yapmıştı.  Etrafına toplanıp sorardık;  “Sen uçak kullandın mı? Paraşütle atladın mı?” O ise sorularımızı yanıtsız bırakır, gülerdi. Uzun boylu, sarı saçlı göbekliydi. Yüzünde gülümseme eksik olmazdı. Arkadaşlarının babası TPAO’da çalışırdı. Hepsi yıllar sonra batı illerine taşıdı evlerinin.

 

GÖÇMENLER, BURSA’YA GİTTİ

Çoğu göçmen Bursa yı tercih etmişti yaşamak için. . İstanbul ve  Eskişehir’e yerleşenler oldu. Kaybetmiştik izlerini. Bir başka komşum aynı yaşta üç oğlu olan Şaban amcaydı. Selanik göçmeniydi ailesi. Sivas'a yerleşmişlerdi. Su şehrine Ankara da da evleri vardı. Büyük oğlu orada yaşıyordu. ‘Güner’ diğer büyük oğlu Metin de bir süre sonra evlenip Ankara’ya yerleşti. Ağabeyi gibi elektrikçilik yapıyordu... Çetin.Tekin. Alim ve Abdullah’la olukça uzun bir zaman arkadaşlığımız sürdü. Çetin, ilkokuldan sonra bıraktı. Mahallemizde bir kaporta boya atölyesinde çalıştı. Şimdilerde aynı mesleği icra ediyor. Birikimleriyle zeytin bahçesi almıştı. Ek gelir elde etmek için zeytincilik de yapıyordu. Tekin Almanya’ya yerleşti. Arada bir görüşürüz. Alim ve Abdullah ağabeyleri, Çetin’in desteğiyle işyeri açıp yaşamlarını devam ettiriyorlar. Tesadüflerin yaşamımda önemli yeri vardır arkadaşlarımla tekrar karşılaşmalarımda.

 

 

BAHÇIVANIN BAHÇESİ BİR BAŞKAYDI

TPAO’da Bahçıvan başı olan arkadaşlarımın babasına ait evin bahçesi meyve fidanı ağaçlarla doluydu. Su kuyusu dibindeki Kavak ağacı o kadar yükselmişti ki. Rüzgarla yapraklarının çıkardığı hışırtıyı saatlerce dinlemekten sıkılmazdım. Nar elma kayısı ağaçları da vardı. Tavukta beslerlerdi bahçelerinde.Telden örülmüş üstü teneke ile örtülü kümesten her gün yumurtaları toplardı Ziynet teyze. Tulumba ile çekilen su kanallar ile ağaçların altına kadar kazılmıştı. Su israf edilmezdi. O ailesinin de reisi TPAO’dan emekli olduktan sonra Ankara’nın yolunu tutmuştu.

 

MAHALLENİN SAĞLIKÇISI...

Bulgar kökenli Nurettin amca, gülen yüzlü sürekli temiz ve şık giyimliydi. Saçlarına gül şekli verirdi. Elimdeki çantada taşırdı, mesleğini icra ettiği aletleri. 1 Nolu sağlık ocağında, sağlık memuruydu. Mahalle’de hastaların iğnecisi olmuştu. Defalarca ‘Nurettin amca’ tarafından iğne yedim. Sadece ben değil, mahalledeki tüm aileler çocukları ve kendilerine iğne yapılsın diye Nurettin amca’yı isterdi. Çelik bir kaptaki malzemelerini sterilize etmek için şırınga ve iğneyi ısıtmakla başlardı, işe sonra iğneyi şırıngaya takıp şişedeki sıvıyı enjektöre alırdı. Havayı boşatmak için enjektörün kolu ile cam hazne deki sıvıya baskı yaparak havayı çıkarırdı. Ben elinin bu kadar şifalı olduğu sağlıkçıya bugüne kadar rastlamadım. O kadar uzun yıllar birlikte yaşadık ki... O artık bir iğneci değil, aileden biriydi. (Sürecek)

 

 

Editör: TE Bilişim