Yazı: Şaban ARSLAN
Mail:[email protected]

Din olgusu veya konusu insan yaşam formunun yeryüzünde kendisine yer bulmasından bu yana insanlığın üzerinde en fazla durduğu konuların başında gelmektedir. Bu nedenle, dünya tarihinde semavi dinlerden tutun da birbirinden farklı birçok inanış bulunmaktadır…

 

Kuşkusuz İslam dini bunların arasında önemli bir yere sahiptir. Bundan ötürü kendisine, -daha çok- kendi içinde farklı yaklaşımlar sergilenmiştir. Bunları genel anlamda felsefi veya din bilimsel yaklaşımlar ile ideolojik yaklaşımlar olarak sınıflandırmak mümkündür.

 

Özellikle Farabiyle birlikte ‘içtihad kapısının kapanmasının’ ardından felsefi yorumlar ve tartışmalar ortadan kaldırılmıştır. Başka bir ifadeyle, felsefenin temel öğelerinden olan sorgulama, tartışma, düşünme ve konuşma pratikleri İslam dininden dışlanmıştır. Geriye ise bireysel yorumlamalar, belli bir zümrenin veya grubun (Hacılar, Hocalar, Softalar vs.) önderliğinde herhergi bir mantıki argümana dayanmaksızın öne sürülen fetvalar ve yorumsamalar kalmıştır. Böylelikle din bu kesimlerin tekeline düşerek, bunların yönledirmelerine maruz kalmıştır…

 

Bunun sonucu olarak, bu dinin kutsal kitabının yani Kur’anın ilk ayeti olan ‘İkra ayetinin’ ruhuna ters düşen bir durumun içerisine düşülmüştür; İdeolojileştirme, Sığlık, Yobazlık ve Bağnazlık… Daha sonraları için Şiddet ve Kan…

 

Bu nedenledir ki, felsefi rasyonalite zemini ‘bireysel rasyonalitesizlik’ zeminine kaydırılarak günümüzde hemen hemen herkesin kendi içinde felsefi içerikten yoksun bir İslam dini tanımlaması oluşturmasına ve kendilerince bir Müslümanlık anlayışı geliştirmesine yol açmıştır. Buna örnek olarak birbirinden farklı mezhepler –Şiilik, Sünnilik- başta olmak üzere cemaatler ve örgütler gösterilebilir.

 

Bu bağlamda farlı bir yöntemle küçük bir dinler karşılaştırması yaparsak; Hıristiyanlığın kutsal kitabı olan İncil’in 4 farklı kısımdan –Matta, Markos, Luka ve Yuhanna- oluşması durumunu baz aldındığında Katolik, Ortodoks, Protestanlık gibi mezheplerin ortaya çıkması ve bunlar üzerinde gerek felsefi gerekse felsefi olmayan yorumlamaların yapılması anlaşılır kabul edilebilir. Ancak içtihad kapısının kapanmasının ardından, ‘tek’ olup başka kısımlardan oluşmayan Kur’an üzerinden İslam’a yapılan felsefi içerikten yoksun yorumların bu denli ‘inanç kirliliğe’ neden olması makul olmamakla birlikte pek de anlaşılır görülmemektedir.

 

İslam üzerinde oluşturulan bu ‘görelelik’ durumuna bilindiği gibi dış unsurların da İslamı karalayarak ve bu inanışın içerisine terörizmi yerleştirerek, özellikle günümüzde –sözde- islam adına hareket eden birçok terör örgütünün ortaya çıkmasında etkisi olmuştur; İşid, El Kaide gibi örgütler bunun en çarpıcı örneklerini oluşturmaktadır.

 

Aslında buradaki temel sorun bizim bu duruma nasıl geldiğimizdir. Çünkü bu duruma sebebiyet vererek söz konusu olumsuz ortamın oluşmasına ve İslam üzerinde böyle bir intiba yaratılmasına biz kendimiz kendi ellerimizle neden olduk. O halde kendimize asıl sormamız gereken soru, İslam üzerinde meydana getirilen bu olumsuz algı veya intiba neden bir başka din-devlet-örgüt yapılanmaları üzerinden Yahudiliğe veya Hıristiyanlığa yapılamamaktaktadır?

 

Sorun odaklı konuşmayı bırakıp çözüm odaklı düşünecek olursak, nacizane benim bu konudaki kanaatim İslamı ‘korku dini’ haline getirmememiz yönünde olacaktır. Çünkü biz felsefeyi yani aklı/ mantığı dinden dışlayarak veya ötekileyerek İslama yobazlığın hüküm sürmesine; böyleliklede korkunun, baskının egemen olmasına izin verdik. Halbuki içerisinde gerek sosyalist değerleri (ekonomik anlamda fitre, zekat, yardımlaşma gibi) gerekse demokratik değerleri (kadına verilen önem, kölelik sistemine başkaldırı gibi) barındıran İslam felsefeyle çatışmanın aksine ondan birçok bakımdan beslenebilir.

 

Bugün bile herbirimiz herhangi bir ortamda İslam ve Müslümanlık üzerine konuşmaya başladığımızda susturularak günahkar ilan ediliyoruz. Oysa ki buna gerek yok sakin olun, ‘Peekay’ filminde geçen bir diyalogta ifade edildiği gibi, tüm kainatı yaratan kendi gönderdiği dini mi koruyamayacak?.. Bu yüzden yazımın başında ‘İkra ayetinden’ söz ettiğim gibi okumalıyız ve korkusuzca birbirimizi dinleyip tartışabilmeliyiz. Çünkü, sadece ortak bir müzakere ortamında dinin rasyonalitesi oluşturularak ‘Senin Müslümanlığın Yok Benim Müslümanlığım’, ‘Bana Göre İslam Hayır Efendim Bana Göre İslam’ tartışmaları, daha doğrusu saçmalığı bir son bulabilir…

 

Sonuç olarak çözüm, korkudan, baskıdan, şiddetten ve kandan beslenen tüm insanların, kurumların ve kuruluşların temeline, özellikle de eğitim/öğretim sisteminin bütün aşamalarına felsefeyi koymaktan geçmektedir…

Editör: TE Bilişim