“BATMAN, BÜYÜK KENTTİ...”

80 Darbesinde Batman Kaymakamlığında ‘stajyer Kaymakam’ olarak görev yapan yazar Şeyhmus Diken, 40 yıl öncesinden de ‘ilçe’ olan Batman’ın Siirt’ten büyük bir kent olduğunu altını çiziyor;

“O yıllarda çok kötü olan Siirt-Diyarbakır arası yol ancak dört saatte alınabiliyordu. Silvan ve Batman çıkışında güvenlik nedeniyle araç konvoyları oluşturuluyordu. En önde kağnı hızında bir kamyon. Ardından bütün araçlar ‘git, git’ bitmiyordu. Batman, Siirt’ten daha büyük ve daha kalabalık bir ilçeydi. Siirt’e bağlıydı. Vali’nin olumlu raporu üzerine ‘Kaymakam stajyer’i olarak Kaymakamlık mesleğini yerinde öğrenmek üzere Batman Kaymakamı Okan Eşrefoğlu’nun yanında Kaymakam Refikliğine atanmıştım. Batman’a varınca Kaymakamın uygun görmesi ile petrol kenti olan Batman Rafinerisinin içindeki sosyal alandaki sitede ‘A pansiyonu’ dedikleri bir misafirhanede kalacak yer vermişlerdi.”

İKİYE BÖLÜNMÜŞ KENT!

Batman’ı unutmayan Diken, petrol kentinin o eski günlerini özetlemiş; “Batman, ortada adeta ikiye bölünmüş haldeydi. Bir yanı bahar, bahçe. Öbür yanı rafinerinin sitesi ayrı bir dünyaydı. Yeşil alanlar, orkestra marifetiyle özel geceler, Bahçelievler, okullar, geniş asfalt caddeler ve ara yollar. Adeta ayrı bir dünyaydı. Siteden şehre bir üst geçidin altından giriliyordu ve çamur deryasıydı şehir. İnsan düşünmeden edemiyordu. Nasıl olurdu da bulunmuş bir yer altı kaynağının yarattığı devasa zenginlik; bir şehre gündelik hayatta hiç bir artı değer yaratmaz, katmazdı. Şehir ve site nasıl böylesine birbirine yabancılaşırdı.”

İLUH’TA 14 EV VARDI

1949 Yılında 14 evin bulunduğu İluh tepesini en iyi anlatanlardan petrolcü Hasan Hüseyin Ural’dır. Petrol mühendisi Ural, o dönemin İluh’unu anlatıyor; “Batman DDY gar istasyonunun adı İluh’tu. Batman’da sadece 14 ev vardı. 7’si kerpiç, diğerleri mağara olarak toprağa kazılmıştı. Bir istasyon vardı. Evlerin kapı ve pencereleri yoktu. Sadece perdeler asılıydı. Elektrikler de yoktu. Duvarları olmayan direkler üzerine kurulan bir DDY gar istasyonu vardı. Üstü sazlıklarla örtülü bir lokanta bulunuyordu. Bir de kebap ocağı vardı. Trenden inenler orada mutlaka yemek molası verirlerdi. Köylüler köylerine, MTA’nın elemanları da araçlarla kamplarına yolculuk yaparlardı.”

Editör: TE Bilişim