Stres, yüzyılın hastalığı olarak karşımızda duruyor. Bireysel sıkıntılar, Aile ve iş hayatındaki sıkıntılar, toplumsal sıkıntılar, ülkenin içinde bulunduğu durum, dünyadaki gelişmeler, hava durumu, meydana gelen eksik ve aksaklıklar üst üste binince ister istemez vücut bu baskılar karşısında tepki göstermeye başlıyor.

Bu durum şüphesiz sıkıntılara neden oluyor ve insan normal şartlarda doğal olarak karşılayacağı gelişmeler karşısında farklı refleksler geliştirebiliyor. Bu durum daha çok kendini ani gösterilen tepkiler ve sinirlilik şeklinde dışa vuruyor.

Sinirli olununca da insanın hareketlerinde kontrolsüzlük baş gösteriyor. İş hayatımızda, aile içinde, sokakta yürürken, kahvede otururken meydana gelen en ufak bir olayda aşırı refleks göstermeye başlıyoruz. Hani derler ya fol yok yumurta yok bu ne mesele diye. Bizdeki durum da aynısı.

Fol yok yumurta yokken bir bakıyorsunuz ki hemen parlayıp alevlenmiş ve kontrol edilemez olmuşuz. Tabi bunun doğal sonucu sonradan pişmanlık duymaktır ancak çoğu zaman karşımızdaki insanı kırmış veya zarara uğratmış oluyoruz. Bazen de bu zarardan kendi payımızı almış oluyoruz.

Gazete haberlerine baktığınızda her gün meydana gelen kavga ve kaza olaylarına rastlarsınız. Ya bir çocuk kavgası yüzünden, ya park meselesinden, ya yan baktın tartışmasından, ya bir kazadan dolayı insanların kontrollerini kaybederek daha büyük olaylara sebebiyet verdiğini görmekteyiz. Yani içinde bulunduğumuz stresli yapı önce sinirli olmamıza neden olmuş bu durum da şiddetle sorunları çözüme yöneltmiş oluyor ki bu da çözüm değil sorunun daha da büyümesine neden oluyor.

Çoğu zaman bu aşırı gerginlik durumlarını başka nedenlere bağlamayı da ihmal etmeyiz. Havaların sıcaklığını, trafik sıkışıklığını, meydana gelen ufak bir meseleyi neden gösteririz ancak asıl mesele bize göre iç dünyamızdaki sıkıntılar ve gerginliklerdir. Az konuşuyoruz ve içimizdeki ve kafamızdaki sorunları paylaşacak birilerini bulmakta zorlanıyoruz. İster buna bir nevi güvensizlik deyin ister başka şeylere bağlayın ama asıl sıkıntı beynimizdeki ve içimizdeki sıkıntıları paylaşmamaktan kaynaklanıyor.

Hemen hemen hepimiz bir arabanın kapısını açarken veya kapatırken elektrik çarpmasına uğrarız. Başta bunun nedenini sorgulamayız ancak bu aslında vücudumuzda birikmiş olan enerjinin bir şekilde dışa yansımasından ibaret. Biriken enerji uygun kanallarla boşaltılmadığında strese ve sinirliliğe yol açabiliyor.

Teknolojinin gelişmesi modern hayata birçok şey kattı. Hayatımızı kolaylaştırdı ve bakış açımızı genişleterek algımızı artardı ama bu durumun yarattığı bazı sıkıntılar da oldu. Mesele daha az konuşan toplum ve bireyler haline geldik. Eskiden insanlar bir sorun olduğunda köyde, mahallede, sokakta veya çayhanede olmadı cami avlusunda oturur meydana gelen gelişmeler konusunda sohbet ederlerdi. Birinin sıkıntısı olursa bu yakın çevre sayesinde derdini dile getirir sorun paylaşılır ve herkes elinden gelen katkıyı sunarak sorunu hafifletmeye çalışırdı ancak ne yazık ki şimdi bunu yapmıyoruz. Akşam olduğunda eve kapanıp televizyon seyretmeyi tercih ediyoruz.

Sadece bu kadar mı elbette değil. Evde bile aile bireyleri birbirinden uzaklaşmaya başladı. Aynı çatı altında yaşamamıza rağmen iletişim kurmakta zorlanıyoruz. Birbirimizi anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu durumun yarattığı stres nedeniyle sinirleniyoruz ve kırıcı olmaya başlıyoruz. Konuşmak yerine televizyon seyretmeyi veya cep telefonuyla vakit geçirmeyi tercih ediyoruz. Bu durum zamanla aile bireyleri arasında ve bunun bir yansıması olarak sokak, mahalle, köy, kasaba ve şehirdeki yaşantımızda iletişimsizlik yaşamamıza neden oluyor.

İş dünyamızdaki bu eksikliği fark edemediğimiz için de sorunlar yaşamaya devam ediyoruz. Gerginlik ve sinirlilik bizim her hareketimizde kendini dışa vuruyor. Gülme oranımız asık suratlı geçirdiğimiz sürelerin çok çok altına iniyor. Yardımseverliğimiz yerine vurdumduymazlığa bırakıyor. Etrafımızda olup biten gelişmeler veya olaylar karşısında duyarsızlaşmaya başlıyoruz. Artık hiçbir şey bizi ilgilendirmez oluyor. Bunu yaparken toplumdan kopuyoruz ve doğal olara bir zincirin halkaları gibi toplumda birbirinden kopuyor. Kimse kimseyi sormaz oluyor. Sanki bir telefon açmak büyük bir olaymış gibi karşımızdaki insandan aramasını bekliyoruz. İşim başımdan aşkın deyip umursamadığımız bu durum nedeniyle gittikçe yalnızlaşmaya başlıyoruz. Doğal olarak bu durum strese, sinirliliğe ve şiddete yönelmemize neden oluyor.

Evde aile kavgaları, dışarıda mahalle kavgaları, işte işyeri kavgaları artıyor. Bıçaklamalar, adam vurmalar, yaralamalar ve ölümler birbirini izliyor. Sonuç tam bir hüsran durumu ama bu sorunu aşmak mümkün.

Dedelerimizin yaptıkları gibi oturup birbirimizle konuşur ve sorunlarımızı paylaşabilirsek hem derdimize ortak hem de çare bulma şansımız artar. Sinirlenmez ve şiddete de başvurma gereksinimi duymayız. O zaman hayat daha rahat ve güler yüzlü geçer.

Selam ve Dua ile...