Dünden devam

Ankara Büyükhanlı Park Otel’de üç gün boyunca devam eden ‘Medya ve Mülteciler Basın Buluşmaları’ etkinliğinde, ülkemize sığınan 4 milyon sığınmacı ve mültecilerin durumları konuşuldu, tartışıldı.

Özellikle en çok göç alan kentlerden gelen gazetecilerin genel olarak Suriyelilere karşı tepkili olduklarını gözlemledim.

Osmaniye ve Hatay’dan gelen bazı meslektaşlarımın tepkilerini anlamaya çalıştım.

Sanırım 600 gazetecinin buluşmasını hedefleyen etkinlikte amaçlanan şey, medyanın Suriyelilere yönelik ayrımcı, dışlayıcı, ötekileştirici yayınlardan sakınmalarıydı.

Ancak bunun başarı şansının son derece zayıf olduğunu toplantıdaki bazı gazetecilerin tavırlarından da anlamak mümkündür diye düşünüyorum.

Basın buluşmasına katılan bazı Suriyeli gazeteciler olmasına karşın, örneğin Hataylı iki meslektaşımızın onların yüzlerine bakarak, “Ülkenin ekonomik durumu ortada. Bizler bile çok çocuktan sakınıyoruz. Oysa Suriyeliler durmadan çocuk yapıyorlar. Üreme konusunda bir çalışma var mı?” diye konuştular…

Bir diğer eleştirileri ülkenin kaynaklarının sanki Suriyelilere tahsis edilmiş gibi algı oluşturmalarıydı..

Basın yoluyla nefret söyleminden kaçınılması, empati yapılmasını amaçlayan toplantıda, bazı gazeteciler açıkça Suriyelilerin üremelerine tepki göstermeleri utanç verici bir gelişmeydi…

**

**

Toplantıda mültecilerin hukukları üzerinde duruluyordu. Mültecilerle ilgili değerlendirme yapan Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Sayın Mehmet Akarca, ABD Başkanı Trump için, “Meksika sınırından Amerika’ya geçmek isteyen 7 bin mülteci için 14 bin asker görevlendirmiş. Trump, ‘7 bin mülteci Amerikan ekonomisini olumsuz etkileyebilir’ diyor. Biz dört milyonu kucaklamışız. Başkan Trump’un dedesi Alman, Nenesi İskoç, sülalesi mülteci. Bunu da belirtmek istedim” diye konuştu.

AB’YE ÇATACAĞIMIZA, DOLAR MİLYARDERLERİNİ ELEŞTİRELİM…

Akarca’dan sonra söz alan AB Türkiye Delegasyonu Program yöneticisi Sayın Steven De Vriendt, Avrupa Birliği’nin katkılarına dikkat çekerken, yıllardır gündemde olan 6 milyar avroluk bütçe üzerinde durdu ve bu yardımların karşılıklı müzakere sonucunda, projelere göre peyderpey gerçekleştirildiğini ifade etti. Özetle şöyle konuştu: “Bu yardım programı iki bölümden oluşuyor. 3 milyar avroluk bir kısmı 2016 ile 2017 yılları arasında sağlandı, yardım programının ikinci kısmında ise yine 3 milyar avroluk bir bütçe var ve şu anda müzakereleri yürütülüyor. Bu son 3 milyar avroluk kısmın 400 milyonu eğitim alanına ayrılmış durumda. İnsani yardım konusunda dünyada doğrudan nakdi yardım oldukça yenilikçi bir yaklaşım. İnsani yardım alanında Türkiye'de yapılan bütün dünyanın dönüp baktığı bir şey. Çünkü bu ölçekte doğrudan nakit yardım daha önce dünyada yapılmış bir şey değil. İnsani yardım alanında ikinci en çok bilinen yöntem ise şartlı nakit transferi. Eğitim için şartlı nakit transferi programı, bu projenin temelinde yatıyor. Burada 368 binden fazla çocuğun okula devam etmelerini sağlamak için ailelerine destek sağlanıyor.”

AB yetkilisine çeşitli sorular soruldu, eleştirildi. Benim de sorularım oldu, uzun cevaplarla savunma yaptı. Ancak toplantının son gününde yaptığım konuşmada, halkı Müslüman ülkeleri eleştirdim, Avrupa Birliği ülkelerinin politikalarını eleştirme hakkımızın olduğunu, ancak yardım yapma sorumluluklarının olmadığını, milyar dolar servetleriyle Arap ülkelerinin eleştirilmesi gerektiğini söyledim.

**

**

Medya ve Mülteciler konulu etkinliğe bir başka önemli isim daha katılmıştı. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) Türkiye Dış İlişkiler Görevlisi ve Sözcüsü Sayın Selin Ünal, dünyadaki genel göç hareketleri üzerine bir sunum yaptı.

Mültecilerden söz etmişken, en ilgili kurumun yöneticisinin yaptığı konuşmadan bazı cümleleri bilginize sunmak istiyorum. Şu ifadeler Sayın Selin Ünal’a ait:

“Dünyada milyonlarca insan farklı bir sürü sebepten göç ediyor. Aslında sizlerin bizim yani basında televizyonda medyada okuduğumuz gördüğümüz haberler zorunlu göç üzerine olanlar. Yani biz sağlık için gittiği bir yerde kaldı artık orada yaşıyor haberlerinden ziyade yerlerini terk etmek zorunda kalan kişiler ve onların yaşadıklarını konuşuyoruz, mültecileri konuşuyoruz. Onların uyum problemlerini konuşuyoruz, nasıl yardım alacaklarını konuşuyoruz, ülkelerindeki siyasi durumu konuşuyoruz, savaşı konuşuyoruz. ‘Geri dönebilecekler mi, dönemeyecekler mi onu konuşuyoruz. Geldikleri ülkede yarattıkları dengeyi konuşuyoruz. Dünyada yerinden edilmiş 68 buçuk milyon kişi var. Hepsi de mülteci değil. Çoğunlukla savaş ve çatışma durumlarından bahsediyoruz. Ülkesi içinde de yer değiştirmiş olabiliyorlar. Yani kendi yaşadıkları şehirlerin güvenli olmadığı durumda başka bir ile geçen kişiler 40 milyonunu oluşturuyor. Ama bu 68 buçuk milyonun 25 buçuk milyonu mülteciler. Yani artık kendi ülkeleri tarafından koruma alamıyorlar. Kendi ülkelerinde hayatları tehlike altında. Ülkelerinden ayrılmadıkları takdirde ölüm riski ile karşı karşıya olabilen kişiler 25 buçuk milyonu temsil ediyor.”

**

**

Etkinlikte gazetecilere kısıtlı soru imkanı tanınmasını eleştirdim. SGDD Genel Koordinatörü Sayın İbrahim Vurgun Kavlak, mültecilerle ilgili doğru terminoloji ve kavramların kullanımı hakkında bir sunum yaparken, ‘göçmen, mülteci, sığınmacı ve geçici koruma ile ilgili tanımları anlattı, medyadaki yanlış kullanımların en aza indirilmesi gerektiğini belirtti.

Toplantı değerlendirme basın açıklamalarına da yansıtıldığı gibi Kavlak, basında yer alan her haberin insanların bakış açısını doğrudan değiştirdiğine dikkat çekti. Şu sözlerine katılmamak mümkün değildir: “Mültecilerle ilgili medyada yer alan her haber algıyı yönlendirmektedir. Bu konuda gerçekten hassasiyet gösterilmesi gerekiyor.”

İyi de bunu kime söyleyeceksiniz? Etkinliğe katılan bir gazeteci, “Suriyeliler Türkiye’de keyif çatıyor, sahillerde eğleniyor. Bizim askerlerimiz ise orada canlarını veriyor. Bunlar da gidip savaşsınlar” diye konuşunca, Sayın Kavlak, şu önemli ifadelerle kendilerine cevap verdi: “Suriye’de kirli bir savaş var. Bu insanlar kimin yanında savaşsınlar? Bu bizim işimiz değil.”

Bu arada daha önce kentimize gelip, çeşitli etkinliklere katılan Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı ve Okur Temsilcisi Sayın Faruk Bildirici de konuşmacı olarak etkinliğe katılmıştı. Hürriyet gazetesindeki en vicdanlı ve gerçekten gazeteci diyebileceğim bir şahsiyet olan Sayın Bildirici, ve ‘Medya ve Etik’ içerikli bir sunum yaptı. Nefret söylemleri konusunda gazetesini de eleştiren Bildirici’nin konuşmalarından bazı satırları bilginize sunarak bu günkü yazımı bitirmek istiyorum: “Biz medeni bir ülkenin, medeni gazetecileri olarak işimizi evrensel ilkelerle yaptığımızı savunan insanlarsak ki olmalıyız, o zaman bu tür söylemlerden kaçınmalıyız. Çünkü biz bu tür nefret söylemi içeren haberler yaparsak insanların birbirlerine düşmelerini, kavgaları azaltmış olmuyor aksine artmasına neden oluyoruz. Herkes ülkemizde depremler olduğunda neler yaşanabileceğini gördü, empati kurabildi. Yani bizim Suriye'den gelen insanların yaşadıklarını anlamamız için böyle bir deneyim yaşamamıza gerek yok. Biz gazeteciyiz. İnsanlar arasında empati geliştirebiliriz. Onları hissedebilir, insanlara bu hissi yaşatabiliriz. Çünkü biz bu toplumun bir yerde sismograflarıyız. Kim olursa olsun, nereden gelirse gelsin, hangi gruptan, hangi ulustan, hangi aidiyeti taşıyorsa taşısın insanı korumak zorundayız.”

Aslında iki günlük değerlendirme düşünmüştüm. Ancak önemli gördüğüm bir mesel olduğundan, son olarak yarınki yazımda da konu hakkında görüşlerimi sizlerle paylaşmak istiyorum.

Devamı yarı