Yaygın medyada her gün kadınlara yönelik şiddet içerikli haberler yer alıyor. Sadece şiddet değil, kadınlara yönelik cinayet haberleri ile sarsılıyoruz…
Gün geçmiyor ki hayat arkadaşını katleden bir canavar erkek haberi medyada yer almasın…
Biliyorum, kadınlara yönelik şiddet ve cinayetler ülkemize özgü değildir. Dünyanın belki de istisnasız tüm ülkelerinde kadınlar şiddet kurbanı olmaktadır.
Özellikle eşlerinden şiddet gören kadınlar gerçeği insanlık ailesi adına en büyük talihsizliktir. Ancak bu yorumumda dünyanın diğer ülkelerindeki kadınlara yönelik şiddet ile ilgili uzun uzadıya değerlendirme yapmak istemiyorum. Çünkü dünyanın diğer ülkelerindeki kadınlara yönelik şiddet ile ilgili araştırmalar yapmış değilim.
Evet, sadece kentimizde veya bölgemizde değil, Türkiye genelindeki tüm illerde maalesef kadınlara yönelik şiddet gerçeği söz konusudur. Bu şiddetten utanıyor ve iğreniyorum…
Kadına şiddet uygulayanlara ‘insan’ demiyorum…
Hayatın ağır yükünü omuzlayan kadınlara bir de şiddetin uygulanması kabul edilemez. Hele kadınların eşleri tarafından katledilmeleri fevkalade düşündürücü olduğu gibi, bunu ‘alçaklık’ olarak da değerlendiriyorum…
Kadınların yaşam haklarına saldırmak alçaklıktan başka bir şey değildir. Bunu herkes benden duysun. Böylesi alçaklara en ağır cezaların verilmesi gerektiğine inanıyorum.
Kadınlar eşlerinin köleleri değil, hayat arkadaşlarıdır…
Evlendiklerinde annelerini, babalarını, kardeşlerini bırakıp yabancısı oldukları bir kişinin evine giden kadınlar çok büyük bir saygıyı hak ediyorlar iken, herhangi bir nedenle eşlerinin onlara şiddet uygulaması, insanlıkla, insani değerlerle bağdaşmaz. Buna düpedüz alçaklık denir…
ACI NOSTALJİ…
Çocukluğumdan beri kaldığım köyde, ilçede ve Batman kent merkezinde her zaman kadınlara yönelik şiddet gerçeğini duymuşumdur.
Henüz çocuk yaşta iken bile eşlerinden şiddet gören, kötü şekilde dayak yiyen bazı kadınları gördüğümde isyan etmek istiyordum…
Eşini döven, eşine kötü muamelede bulunan erkeklere karşı daima içimde bir nefret hissi oluyordu ve halen de oluşmaktadır…
Eşlerini dövenlerin ya ruh sağlıkları yerinde değil, ya da cehalet bataklığına saplananlardır diye düşünüyorum…
Biraz nostalji diyorum. Ancak acı bir nostalji olacak benim için…
Hayatın ağır yükünü omuzlamış anneleri hatırlıyorum. Çocukluğumda köylerde elektrik yoktu…
Sabahtan akşama kadar tarlada çalışan, hayvanlara yem veren, süt sağan anneler, bir de yemek hazırlardı.
Hiçbir annenin evinde buzdolabı, çamaşır makinesi, fırın vs yoktu. Dediğim gibi halk elektrikten mahrumdu…
O tarihlerde çoğu evlerde banyo bulunmazdı. Beş yıl çocukluğumun geçtiği bir köyde anneler haftada bir köyün yakınından geçen su kanalı önünde oluşturdukları çardaklarda ve bazen açık alanda elbise yıkamaya giderlerdi…
Dev tencerelerin kurulduğu bir iki banyo yerlerini hatırlıyorum. Bazen soğuk havalarda bile küçük çocukları açık alanda banyo yaparlardı…
Bazı köylerde ise herkesin çeşme başlarında ayrı ayrı banyo yerleri vardı. Ağaç yaprak ve dallarından gölgelik yapılan ve etrafı çitlerle çevrilen banyo yerlerinde küçük kulleteynler (su dolu küçük havuzlar) bulunuyordu.
Anneler haftada bir ellerindeki ‘Şonik’ denilen ağaç kütüklerinden yapılmış kalın sopalarla ıslattıkları elbiseleri dövüyor, kirlerini temizlemeye çalışıyordu…
Banyo veya elbise yıkama günlerinden sonra genellikle anneler soğuk algınlığına yakalanırdı. Hastalanan anneleri kimse hastanelere götürmezdi. Çünkü o zaman çok ciddi hastalık geçirmeyen hiç kimse hastanelere kaldırılmazdı.
Çileli yaşam sadece gündüzler için geçerli değildi. Akşam olduğunda gaz lambalarını hazırlayan anneler, gecenin geç vakitlerine kadar durmadan çocukları için ayrıca örgü örerdi. Akşam yemeklerini beğenmeyen kimi kocaların eşlerini dövdüklerini duyardım…
Bu kadar çile çeken, zorlu yaşam koşullarına direnen annelerin cennetlik olduklarına hep inanmışımdır. Böyle bir anneye şiddet uygulayan eş, insan olabilir mi?
Bir kocanın eşini feci şekilde dövmesi, başını, dişlerini kırması, vücudunu morartması duyduğum haberlerdi…
Ne yazık ki cehalet bataklığına saplanıp kalan nice vahşi insanlar hala aramızda yaşıyorlar ve hala eşlerine şiddet uyguluyorlar…
Çocukluğumda iki köyde ve ilçede kaldım. Her yerde babam farklı, saygın bir insan olarak tanınıyordu. Eşine şiddet uygulamayan kişi olarak her zaman anılmıştır.
26 yıllık evlilik hayatımda eşime her zaman en büyük değeri ve saygıyı verdim. Bu süre zarfında bırakın şiddeti, eşime onu üzecek bir kötü söz bile asla ağzımdan çıkmamıştır. Allah’a şükürler olsun ki görücü usulüyle evlendiğim ve evlilik öncesinde asla görmediğim eşim ile dünyaya bakış açılarımız aynı. O da beni üzecek hiçbir yanlışa imza atmamıştır. Kadına yönelik şiddetten söz etmişken, aile örneğimi verdim.
Evet, araştırarak teslim olduğum ve çok iyi araştırdığım İslam gerçeğine bakarak bugüne kadar pek çok konuda, sayısız imamla tartışan biriyim. Kadına yönelik şiddet konusunda üzerlerine düşen görevi yerine getirmediklerine inandığım din adamları ile ilgili sert yorumlar yazan biriyim.
Sonuç olarak 25 Kasım Dünya Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Gününde farklı bir değerlendirme yapmak istedim. Berdele, kumaya karşı mücadele veren biriyim. Bu gün vesilesi ile değil, her zaman bu konuda duyarlı olan biri olduğumu belirteyim. Yine 25 Kasım vesilesi ile eşlerine kötü muamelede bulunanları duyarlı olmaya, düşünmeye davet ediyorum. Ailesini terk edip hayat arkadaşınız olmuş birisine el kaldırmak, ahlaklı insanların yapacakları davranış olamaz. Cehaletin son bulması dileğimle.