Hepimiz artan hayat pahalılığından, yükselen enflasyondan rahatsızlık duyuyor, zorlu yaşam koşullarından yakınıyoruz.

Bu konuda ülkeyi idare edenleri eleştiriyor, daha iyi yaşam koşullarını istiyoruz.

Yapıcı, yol gösterici eleştiriler haktır, öncelikle bunun altını çizeyim.

İnancımıza göre ülkeyi idare edenler yanlış yaptıklarında, onları uyarma ve düzeltme gibi bir görevimiz de var.

Bu konuda topluma sorumluluklarını hatırlatan Hz. Ömer’e ait bir kıssa var, şöyle; Bir keresinde topluma sorumluluklarını hatırlatmak isteyen Hz. Ömer, “Ben haktan ayrılırsam, yanlış yaparsam ne yaparsınız? ” diye haziruna sorar.

Oradaki topluluk içinde zayıf bir sahabe, “Seni kılıcımızla düzeltiriz ya Ömer” diye cevap verir.

Dönemin devlet büyüğü olan Hz. Ömer, hiddete kapılmaz, ‘Sen kim oluyorsun da böyle cevap veriyorsun’ demez.

Aksine, ifade özgürlüğüne emsal teşkil edecek bir yaklaşımla ellerini havaya açarak ; ‘Ya Rabbi! Sana şükürler olsun ki ben Senden gaflete düşersem, Senin adaletinden ayrılırsam, uzaklaşırsam, beni kılıcıyla doğrultacak cemaatim var” der.

**

**

SORUMLULUK BİLİNCİYLE HAREKET ETMELİYİZ…

O dönemde kılıç vardı, şimdi farklı yol ve yöntemlerle hesap sorabilmeliyiz.

Elimde kılıcım yok ama kalemim var. Hakkı söyleme, adaleti savunma konusunda Rabbim beni doğru yoldan ayırmasın.

Yoksullukla boğuşan kitleleri gördükçe, elinde kalem tutan biri olarak uyarı görevimi yapmaya gayret gösteriyorum.

Evet, zengin ve fakirler arasındaki gelir dağılımında uçurum gittikçe açılıyor, derinleşiyor. Ülkeyi idare edenler iyi veya kötü idareden sorumludurlar. Aşırı israf, savurganlık vs bütün olumsuzluklardan mesuldürler.

Şahsım adına ifade edeyim, o konuda yapıcı ve yol gösterici eleştirileri hep yaptım, yapmaya da inşallah devam edeceğim.

Ancak bizlerin de sorumluluk bilinciyle hareket etmemiz gerekiyor.

Her şeyi yöneticilerden beklememeli, aşırı israf ve savurganlıktan kaçınmalı, doğru temelde hareket etmeliyiz.

**

**

İsraf, dinimize göre haramdır.

Toplumun israf konusunda çok dikkatli olması şarttır.

Her türlü israf ve savurganlığa hayır demeliyiz.

Sadece düğün yemeklerinde yaşanan israflar bile içler acısı durumumuz için oldukça düşünmemiz gereken meseledir.

Zaman zaman katıldığım düğünlerde yemek israfına tanık olduğumda, derin düşüncelere dalıyor ve son derece üzülüyorum.

Neden mi?

Biliyorum ki dünyamızda her gün açlıktan binlerce çocuk hayatını kaybediyor…

Sorumluluk bilinciyle hareket ederek bu konuda toplumumu uyarmayı görev biliyorum. Düşüncelerimi paylaşarak, bana katılacak, benim gibi düşünecek insanlarımızın sayısının artmasını umut ediyorum.

**

**

Çocukluğumuzda yoksulluk bütün toplumumuzu etkiliyordu. Açlık sınırında bir yaşam sürdüğümüz yılları hiçbir zaman unutamıyorum…

Çocukluk çağımızda bugünkü gibi sofralar serilmiyor, bol çeşit yemekler bulunmuyordu. Köyün en varlıklı insanlarının bile evlerinde bugünün normal yaşam süren bir memurunun yaptığı yemeklerin dörtte biri bile yapılmıyordu.

Bizden önceki nesiller ise zaten yarı aç yaşam sürüyorlardı.

Anne ve babalarımızın yaşam hikayelerini dinlediğimizde herkesin, ‘böyle yoksulluk mu olur?’ diye düşüncelere daldıklarına inanıyorum.

Onlardan önceki nesiller zaten ‘kıtlık’ gerçeği ile karşılaşmış, ağaç yapraklarıyla yaşam sürmüşlerdir.

Çocukluğumdaki yoksulluk bana şefkat ve merhameti, yoksullara yardım etme düşüncesini aşıladı. Günümüzde yardımlaşma ve dayanışma konusundaki duyarlılığımı yaşadığım yoksulluğa borçluyum.

12-13 yaşında iken tarlada kızgın güneş altında tütün işinde çalışırken, yemek azığımız çoğunlukla tandır ekmeği ve yağı alınmış ayrandı. Çünkü merhum babam köyün yoksul ailelerinden birisiydi.

İlçe merkezindeki cömertliği nedeniyle maddi kayıplar yaşayan babam, o dönemin faizci/tefecilerinden birisine borçlanınca köye yarıcılığa gitmek zorunda kalmıştık. Helal rızıkla geçinmeye çalışırken, yoksulluğun alasıyla karşılaşmıştık.

Devamı yarın