“Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür. Her kim de birini (hayatını kurtararak) yaşatırsa, sanki bütün insanları yaşatmıştır. Andolsun ki, onlara resûllerimiz apaçık deliller (mucize ve âyetler) getirdiler. Ama onlardan birçoğu bundan sonra da (hâlâ) yeryüzünde aşırı gitmektedir.” (Maide Suresi)
Dünya hayatı gelip geçicidir. Dünyanın en güçlüsü olsanız yine Koronavirüs örneğinde olduğu gibi gözle görülmeyen bir virüs hayatınıza son verebiliyor…
Bugün 16 Mart, yüreğimizin dağdar olduğu gün. Zalim ve gaddar Baas rejiminin lanetli Saddam emriyle 16 Mart 1988 tarihinde Halepçe'de gerçekleştirdiği katliamın yıldönümündeyiz bugün. Yeni Halepçelerin dünyanın hiçbir yerinde yaşanmaması için dua edip, zalimleri nefretle kınıyorum.
Kışın soğuk günlerinin ardından havaların ısınmaya, suların gürül gürül akmaya, ağaçların tomurcuklanıp rengarenk çiçekler açmaya başladığı bir mevsimi kim sevmez?..
Rengârenk kelebeklerin çiçekten çiçeğe konmaya,
Pırpızek ve Nergislerin beyaz güllerini açmaya,
doyumsuz güzel kokuların(Kekik, Menekşe vs) kırları kuşatmaya başladığı mevsimi sevmeyen var mı?
Evet, bahardan söz ediyorum. Haşrin, yeniden dirilişin, neşe ve sevincin kaynağı İlkbahardan…
Ne zaman memleketime bahar gelse, belirttiğim güzelliklere rağmen yüreğimin taa derinliklerinde bir sızı-acı duyarım…
Neden?
Çünkü bahara doymayan çocukları hatırlarım…
Kırlardan topladıkları çiçekleri, ‘pivok’ demetlerini annelerine vermeye koşarken, bir anda cansız kalan çocuklar gelir gözümün önüne…
Her baharda aynı acıyı yaşarım…
HALEPÇE BİR SEMBOLDÜR…
Çünkü Halepçe sokaklarında cansız yatan masumlar, çocuklarını kurtarmak isterken kol kanat geren ama cansız kalan babalar gelir gözlerimin önüne…
Dünyanın başka ülkelerinde yeni Halepçelerin yaşanmaması için yazıyorum.
Halepçe bir semboldür…
Halepçe bir nişandır…
Halepçe, zalimlerin ne kadar alçalabileceğinin somut kanıtıdır…
Bekoların olduğu dünyada, Mem-ü Zinler nasıl mesut olamıyorsa, Saddamların olduğu bir dünyada da insanlar huzurlu olamazlar.
Kan emici diktatörler, Halepçeler yaratarak insanlığa karşı suç işleyebilirler. Ama tarihin lanetinden kurtulamazlar…(nitekim Saddam da kurtulamadı.)
Evet, yazımın girişinde ifade ettiğim gibi, en güzel mevsim baharı herkes sever. Ama baharı bir de Halepçelilere sorun!..
Onlar her yenibaharı yasla karşılıyorlar. Çünkü Halepçeliler, bir anda nefessiz kalıp boğulan, kan kusup ölen beş bin kadın, çocuk, yaşlı ve genci hatırlıyorlar, her yeni baharda…
Bugünkü nesiller Halepçe’yi pek bilmiyorlar. Oysa Nagazaki ve Hiroşima neyse, Halepçe de odur.
Halepçe, jahr-ı kimya (Kimyasal gazlar) ile yapılan soykırımın tarihsel anıtıdır…
16 Mart 1988’de zalim Saddam’ın emriyle Halepçe’nin üzerine kimyasal gazlar püskürtülür. Uçaklardan kentin üzerine serpilen hardal gazı ve diğer zehirler bir anda etkisini gösterir. Binlerce insan bir anda nefessiz kalır…
Halepçe’nin cadde ve sokakları, evlerin avluları cansız bedenlerle dolar. Çocuklarını kurtarmak isteyen anne ve babaların sonradan çekilen görüntüleri tarihe ibret vesikası olarak geçer. Nefes alan her canlı, her hayvan, o gün nefessiz kalır...
O dönemler dünya, Halepçe’ye karşı kör ve sağırdı…
Başta halkı Müslüman olan ülkeler olmak üzere herkes Halepçe'ye duyarsızdı…
28 yıldır her 16 Mart tarihi geldiğinde Halepçe mazlumlarını rahmetle anarken, zalimlere karşı duyarlılık çağrısında bulunuyor, dünyanın hiçbir yerinde yeni Halepçelerin yaşanmaması ve o kara günün unutulmamasını bir kere daha dilerken, yeni neslin de bilgilenmesi düşüncesiyle yine geleneği bozmadan Halepçe’yi yazıyorum.
Halepçe’nin acısı hala çok taze ve sıcak. O günün genç anneleri yaşlanmış olabilirler ama yüreklerindeki yara hala tedavi edilemedi, edilemez de.
İnsanlık tarihine kara bir leke olarak düşen Halepçe’nin unutulmaması gerekiyor. Bu duygu ve düşüncelerle bir kez daha kimyasal gazlarla boğdurulan mazlumları, masumları rahmetle anıyor, zalimleri nefretle kınıyorum. Rabbimden niyazım; insanlık ailesinin bir daha böyle acılar yaşamamasıdır.