Gülsünsu Yaşar

Asgari ücretin altıda birine yakın bir ücret ödeyerek bindiğimiz uçaklardan para kazanan şirketler ve bunları denetlemekle görevli olan yetkililer, uçak yolculuklarının zaman zaman otobüs yolculuklarından çok daha kötü olmasına nasıl oluyor da göz yumuyor? Uçakla yolculuk yapmak isteyen insanların zamanının ve moralinin hiç mi değeri yok? Uçaklardaki koltuk mesafesi konusunda neden tek bir standart yok, bacağımızı rahatça uzatabilmek için neden ayrıca bedel ödemek zorundayız? Bilet fiyatına dahil olan yiyecekler neden bu kadar tatsız tuzsuz? Yerde iken yüz tanesi en fazla on liraya satılan poşet çayın bir tanesi havaya çıkınca neden sekiz liraya satılıyor?

Oldum olası otogarlar ve havalimanları bende tarifi imkansız hüzünlere, gerginliklere neden olur. Hele uçak yolculuğunda tedirginliğim, gerginliğim günler öncesinden başlar. Gideceğim yere götüreceğim eşyaları bavula yerleştirip defalarca tartar, bagaj limitini aşan miktara denk gelen eşyalardan hangisini gözden çıkaracağım konusunda ince ince hesaplar yaparken ecel terleri dökerim. Havalimanına hangi araçla gideceğim, zamanında orada olup olamayacağım, oradaki yoğunluğun durumu gibi konuları düşünmeye iki gün öncesinden başlarım.

Katetmem gereken mesafenin bin kilometreden fazla olması durumunda, yurdumun birçok insanı gibi ben de paraya kıyarak uçakla gitmeği tercih edenlerdenim. Ama bazen öyle uçak yolculuklarım olmuştur ki otobüs yolculuklarına rahmet okutmuştur. Bir kış günü hatırlıyorum, sabah saat 6’da Ankara’da kaldığım evden çıkarak başladığım uçak yolculuğuna otobüs ve ardından taksi ile devam etmek zorunda kalarak Kars’a on sekiz saatte ulaşmıştım. Bir yaz günü ise Antalya’dan Kocaeli’ye on iki saatte ulaştığımı bilirim uçakla. 

Geçtiğimiz aylarda sosyal medyada “dünyanın en komik havalimanı” başlığı ile verilen yazıya göz attığımda, bahsedilen yerin Batman Havalimanı olduğunu görünce hemen yorumu yapıştırmıştım: Size göre komik olabilir ama bugüne kadar ne Türkiye’de ne de gezdiğim Avrupa ülkelerinde bundan daha rahat bir havaalanı gördüm.

Gerçekten de ulaşımı, kontrolleri, alışveriş dükkanları, tuvaletleri, dinlence yeri, uçağa gidiş-dönüş, bagaj alma aşaması açısından son derece rahat, temiz, düzenli ve konforlu bir liman. Yer hizmetlerinde çalışanların sıcak, samimi ve saygılı tavırları insana güven veriyor. Varsın başkaları için “komik” olsun ne gam! Ancak aynı iç huzurunu, güveni ve konforu uçağa bindikten sonra yaşadığımı söylemem olanaklı değil.

Geçtiğimiz gün yine uçak yolculuğu yapmak zorunda kaldım. “Sabiha Gökçen Havalimanına taksiyle mi, özel araçla mı, otobüsle mi gitsem, uçuş saatinden kaç saat önce yola çıksam, hangi araçla gidersem ne kadar sürede varırım” diye günler öncesinden doldur boşalt yapmaya başladım. Her ne kadar özel araçla gitmeye karar verdiysem de yolculuk günü gelip çattığında beni bırakacak aracın sürücüsü hastalanınca bütün planım altüst oldu. Durumu öğrendiğimde uçağın kalkmasına üç saat vardı ve ben havalimanına en iyi koşullarda bir saat mesafede idim. Taksi şoförünün önüme koyduğu rakam neredeyse uçak bileti fiyatına ulaşınca mecburen otobüs ile gitmek zorunda kaldım. Otobüs şoförü, “abla en fazla bir saatte havaalanındayız” deyince müthiş bir rahatlamayla bavullarımı araca yerleştirip ön koltuğa konuşlandım. Hareket saatini sekiz dakika geçe kalkan otobüs şoförünü kızdırmamak için sesimi çıkarmıyordum ama ömrümden sekiz sene gitmiş gibi hissediyordum. Bu hisse kapılmak için ne kadar acele ettiğimi, bunun çok da önemli bir gecikme olmadığını ilerleyen dakikalarda içim daralarak anladım. Çünkü bu bir belediye otobüsü olduğu için şehir içindeki hemen her durakta durup yolcu aldı ve şehrin dışına kırk dakikada ancak çıkabildik. Hemen her dakika ömrümden ömür götürüyordu sanki. Havaalanı ile gözlerim arasında görünmez bir ip vardı ve ben bu ipi çekerek mesafeyi kısaltmaya çalıştıkça aracın tekerlekleri yavaşlıyordu sanki. Benim bir saat olarak planladığım süreyi otobüs iki saatte katedince ve ilk kontrolün yapılacağı yere oldukça uzak bir mesafede inmek zorunda kalınca yağmurda kalmışçasına terden sırılsıklam olmuştum. Sırtıma sabitlemeye çalıştığım el çantam, ondört kilograma denklemek için bin bir emek verdiğim bagaj bavulum ve sekiz kilogram kabin bavulum ile havalimanı içinde o kontrolden bu kontrole kan ter içinde koşuşturduktan sonra adımın okunduğu son çağrıyı duyduğumda kapıya varmama yüz metre kadar mesafe vardı ve “kapıyı kapatmayın, geliyoooruuuuum” diye var gücümle bağırabildim. 

Koltuğa nefes nefese oturup rahatlamaya çalıştım. Ama can hıraş bir şekilde koşuşturma motivasyonu olarak hayal ettiğim serinliğe ve rahatlığa bir türlü ulaşamıyordum. Vücut ısım git gide artıyor, nefesim daralıyor, tepemden tırnağıma kadar ter döküyordum. Sık sık nefes alıp verdikçe hissettiğim ağır kokudan midem bulanmaya başladı. Birkaç koltuk arkamda bir bebek yırtınırcasına, kesintisiz ağlıyor, ön koltuklardan birindeki bir bebek ise, arkadakinden daha hafif bir dozda ona eşlik ediyordu.

Yaşamımın hemen her aşamasında olduğu gibi bu sefer de zamanlama hatası yaptığım için bu kadar kötü hissettiğimi düşünerek kendime yüklendiğim sırada pilotun açıklaması imdadıma yetişti. “… bildiğiniz üzere hava sıcak, Batman da oldukça sıcaktı. Havalandırma sistemini son aşamasına kadar çalıştırmamıza rağmen uçağı ancak bu kadar soğutabiliyoruz, uçak hareket ettiğinde sorun çözülecektir, anlayışınız için teşekkür ederiz” minvalinde bir anons geçti.

Çok kısa bir süre sonra uçak hareket edince bu iç bunaltıcı durumdan kurtulacağım konusunda müthiş bir ümide kapıldım. Pistte bir süre yürüyen uçak kısa bir süre sonra olduğu yerde durdu ve bu kez uçaktaki kokulara yakıt kokusu da karışmaya başladı. “Bu duruma isyan bayrağını çeken sadece bebekler mi” diye kemerimi çözerek ayağa kalkıp yolcuları hızlıca gözden geçirirken kanat tarafında oturan bir kadın yolcunun sesini duydum. Kadın hostese, “bize işkence olsun diye mi yarım saattir pistte bekletiyorsunuz, kokudan, sıcaktan delirdim, ne yaptığınızı sanıyorsunuz, siz kokuyu ve sıcağı algılamıyor musunuz, madem pist doluydu ve havalandırmanız çalışmıyordu neden erkenden bizi uçağa bindirdiniz” diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Hostes ise, “kaptanımız az önce açıklama yaptı, burada durmamız ve sıramızı beklememiz gerektiği için sizi uçağa bindirdik, havalanınca sorun kalmayacak” gibi cümleleri araya sıkıştırmaya çalıştıysa da kadın, hostesi dinlemiyor, bunun böyle olmaması gerektiğini, insanlara bu hizmeti reva görmelerinin hakaret olduğunu, planlama hatası yaptıklarını, hava ne kadar sıcak olursa olsun en sıradan otomobillerde bile havalandırma sisteminin birkaç dakikada etkisini gösterdiğini, koca uçaktaki havalandırma sisteminin yetersizliğini havanın sıcaklığı ile açıklayamayacaklarını makineli tüfek gibi yağdırıyordu. Hostes kadına, “açıklama yapmama izin verecek misiniz” diyebildiyse de kadın, “Hayır! Hiçbir açıklamanız benim şu anda yaşadığım durumu hafifletemez, açıklama değil eylem bekliyorum” diye kükreyince hostes uzaklaşmak zorunda kaldı.

Yerime otururken kadını onayladığımı bildirir birkaç kelime söyleyebildiysem de uçağa son anda yetişmiş olmanın verdiği mutluluk ve eziklikle yarım saat boyunca bu işkenceye sessiz kaldığım için kendimi suçlu hissettim.

Asgari ücretin altıda birine yakın bir ücret ödeyerek bindiğimiz uçaklardan para kazanan şirketler ve bunları denetlemekle görevli olan yetkililer, uçak yolculuklarının zaman zaman otobüs yolculuklarından çok daha kötü olmasına nasıl oluyor da göz yumuyor? Yer hizmetlerinde çalışan sayısı arttırılarak yolcuların kontroller sırasında daha az zaman harcamasının önüne neden geçilmiyor? Uçakla yolculuk yapmak isteyen insanların zamanının ve moralinin hiç mi değeri yok? Uçaklardaki koltuk mesafesi konusunda neden tek bir standart yok, bacağımızı rahatça uzatabilmek için neden ayrıca bedel ödemek zorundayız? Bilet fiyatına dahil olan yiyecekler neden bu kadar tatsız tuzsuz? Son bir yıl içinde bilet fiyatına dahil olan sandviçlerin içine konulan peynir ve domates ile birlikte sıkıştırılarak ısıtılması nedeniyle yolculara içi hamurlaşmış ekmek yedirdiklerine dikkat ettiniz mi? Yerde iken yüz tanesi en fazla on liraya satılan poşet çayın bir tanesi havaya çıkınca neden sekiz liraya satılıyor? Bu ürünleri satın alan hava yolu şirketlerine marketler farklı fiyat mı uyguluyor?

Hava yolu şirketleri uçak saatlerini belirlerken neden hizmet verdikleri şehirdeki yolcuların ihtiyaçlarına göre hareket etmiyor? Hafta içi çalışmak zorunda olan ve hafta sonunda başka şehirlere gidecek olan insanlar için Batman-İstanbul uçuşlarının cuma günleri öğle saatlerinde, cumartesi günü gece saatlerinde olmasının, İstanbul-Batman uçuşlarının cumartesi günleri akşam saatlerinde, pazar günleri ise sabah saatlerinde olmasının nasıl bir işkence olduğunu hesaplayamıyorlar mı? Şimdi bir düşünelim: Batman’da öğretmen olarak çalışan birinin İstanbul, Kocaeli, Bursa gibi illerde oturan yakınlarını ziyaret etmek için cuma günü saat 10.00’dan itibaren çalışmaması, yakınlarıyla cuma ve cumartesi akşamları görüştükten sonra pazar günü en geç saat 06.00’da konakladığı yerden çıkması gerekmektedir. Bu kişinin cuma günü izin alamadığını varsayarsak, cumartesi günü gece en erken saat 10-11 gibi yakınlarını görmesi mümkündür ve sadece o gece konaklayarak ertesi gün sabahın köründe yola koyulması gerekmektedir. “Pazar gününü de sevdiklerimle geçireyim” diyecek olsa pazartesi günü için izin almak zorundadır çünkü İstanbul-Batman uçuşları pazartesi günleri akşam saatlerinde yapılmaktadır. Bana göre hizmet odaklı olmayan bu düzenlemeyi hangi acente yetkilisine sorduysam mantıklı bir açıklama alamadım.

Velhasılıkelam, hava yolu şirketlerinin, ödediğimiz parayla orantılı hizmet sunarak “uçurmalarını” ümit ederek gidip geliyoruz şimdilik.

Editör: TE Bilişim