Raman, Batman ve Hasankeyf, eşkenar bir üçgenin köşe noktaları gibiydi. Bunların sosyal yönü ortaktır. Raman, tarihi Hasankeyf kasabasının yaylası sayılırdı. Bölgenin tarih kokan beldesi Hasankeyf, yemyeşil bahçelerinde yetişen meyve ve sebzeleriyle Raman’ın bir bereket mutfağı  şeklindeydi...

İkisi de, Batman’ın sosyal yönüyle tamamlanırdı…

O dönemde, Hasankeyf'te asıl ismi ‘Abdullah’ olup halk arasında “”Avdıke” diye çağrılan, küçücük boyu ve yuvarlak gövdesiyle yerde misket gibi yuvarlanan o çalışkan adam, haftanın iki gününde yardımcılarıyla sekiz on merkep yüküyle Hasankeyf’ten dik bayır olan Raman Dağı’nı tırmanarak sebze ve meyveyi satmaya getirirdi. İşçi yemekhanesinin önündeki çimento betona Allah’ın bahşedip insanların ürettiği o rayiha kokan domatesi, biberi, patlıcanı, kabağı ve Taifi üzümü, kokulu inciri (hejira behnati) yayardı. Köy, mahalle ve kamptaki adamlar, kadınlar, hatta çoluk-çocuk onlardan istediğini seçer, terazide tartar, götürürdü.

Avdike, o kadar temiz kalpli, gönlü gözü tok bir insandı ki parası olana, olmayana da koltuk altında tuttuğu kalın fihristli deftere başkasının yardımıyla aybaşında almak üzere veresiye yazardı. O kargaşada zaman zaman yazılmayanların olduğu bir vaka olduğu gibi veresiyecilerden bazılarının o temiz insana borçlarını çok ağır ödediği, bazen de ödemediği de konuşulurdu. Oysa o, meyve ve sebzelerin bir kısmını kendi bahçesinden bir kısmını da başkasından alırdı...

Ama ne yazık ki, bugün Raman’da köyde üç beş aile, hayvancılıkla geçinir kaldı.

Mahallede köyden olup o üst taraflara birkaç ev yapmış bir elin parmağı kadar aile yaşıyor.

O şen, şakrak petrol kampında yeller esiyor, yemekhane, havuz ve O sıra sıra dizilmiş lojmanlar, hatta işçilerin yattığı pansiyon niteliğindeki bina da yıkılmış, orada hamam vardı. Odacı Ali Amca, bizi hep idare eder, hamama bırakırdı. Kampın girişi olan kapı ve santral da yok artık. Mahallede bulunup okuduğumuz okul ve cami de birer tarafı felç olmuş hasta bir adam gibi mahzun mahzun duruyor. Saha ve istasyonlarda gagasını yere sokan petrol pompaları, petrolü depo eden kazanlar ve onları bekleyen birkaç işçi var.

Hasankeyf'in o yemyeşil bahçeleri, Salihiye’si de su altında kalmış. Köprübaşında sabahleyin güneşin Raman Dağı’nın eteklerinden doğuşunu seyredip aynı noktadan güneşin kale üstünden batışını çıplak gözle gördüğümüz manzara da maalesef yok...

Köprü altında kesilip kasaplarda satılan temiz etlerden de eser kalmadı. Ne Balıkçı Emro’nun: “Balığın hası burda, Vallahi kınalı kuzu değişini ne Kahveci Ramo’nun, koca bıçağını karpuz ve kavunun karnına sokarak dilimleri önünden geçene uzatıp: “Ye abi, ye… İmanıma halis petek balı, Ahlat Elması, Afyon lokumu” bağırışını duyar ne de yoğurt bakracı önünde diz çöküp rızkını bekleyen Tepebaşı köyünün Zeynep’ini, Aksu köyünün Sabiha’sını görürsün...

Hasankeyf, suya gömülmüş, bir mevta gibi duruyor, Raman Dağı eteklerine çekilmiş yeni Hasankeyf, önceki tarihi eserleri sinesinde barındırdığı halde çakma, yavan ve kupkuru bir ‘Belde’ olarak tarihine ağlıyor.

Çünkü tarihi eser, yerinde tarihtir. Oynatıldığında o vasfını yitirir...

Hasankeyf, bölgemizi memlekete ve dünyaya tanıtan en önemli turistik beldesiydi.

Varlığı binlerce yıl öncesine dayanan, kadim bir tarihe sahipti.

Ne diyelim?

Acımızı içimize gömelim...

Geçmiş yıllarda İstanbul’da arkadaşlarla Hasankeyf’le ilgili bir dernek kurduk. İki yıl genel sekreterliğini yaptım. Her platformda orada hem baraj yapılır hem Hasankeyf kurtarılabilir, dedik. Ancak maalesef başarılı olamadık. Derneği de kapattık...

Batman, o yıllara göre çok gelişmiş, kültürel ve sanayi yönden dalbudak salmış, ticari faaliyetin had safhaya ulaştığı, çok katlı binaların göz doldurduğu bir gerçek. Ancak insan yine de o eski Batman günlerini arıyor. İndiğinizde herkesi çarşının başındaki üç beş kahvede görmek mümkündü. El arabalarında rızkı peşinde mücadele eden delikanlıları, boya sandığını kapıp nerdeyse ağzınıza terlik sokan çocukları bile özlersiniz...

Editör: Yunus Yasak