Batman küçük bir ilçe iken tek eğlence kaynağı yazlık ve kışlık sinemalardı. O zaman Site Orta Okulunda okuyorduk. Okul normal öğretimdi. Öğlenleyin paydosta Site’deki yokuştan aşağı kayıverirdik. Sıra arkadaşım Halil güçlü, kuvvetliydi. Beni koluna takar, yedek araba lastiği gibi bir çekişte tren istasyonuna oradan da perondan geçer, çarşıda 1. Caddeye varırdık. Hayran Abi'nin lokantasında yemek yerdik. Yemek ücreti, adımıza orada spiralli deftere yazılır, aybaşında petrol işçisi babamız tarafından ödenirdi.

Yani anlayacağınız ‘ekmek elden su göldendi.

En kıymetli yemekler; Tas kebap ve 'Karnıyarık'tı.

O çağda sinema filmlerinin afişleri bir büyük tahtaya yapıştırılır, ya adam sırtında veya at arabasıyla cadde ve mahalle aralarında reklamı yapılarak tanıtılırdı.

Batman'da o dönemde, Evin, Mehtap, Çarşı ve Raman sineması vardı. Bunların hem yazlıkları hem de kışlıkları mevcuttu. O çağda sinemaya çok düşkündük. Hafta sonları, matineleri takip ederek bazen altı film izlediğimiz bile olurdu.

Güya kafa dinlendiriyorduk ama kafamız da şişerdi.

O günün filmleri genelde köy hayatını anlatan filimler, yabancılar ise Zoro, Tarzan filmleriydi. Raman Sineması'nın sahibi Hacı Amca, toplu, tıknaz gövdesi ve siyah fötr şapkasıyla üst katta gelir, yanımıza oturur, özellikle Tarzan, Zoro ve kasaba şerifleri filmlerini bizimle izlerdi. Fazla Türkçe bilmediği için bize Kürtçe:

“Zarokno, Weleh filime wexweşe, le ez zehf fehm nakim, (Çocuklar, filminiz güzel ancak ben fazla anlamıyorum) der, bir müddet sonra dışarı çıkardı. Dışarıda herkesin korktuğu, ilçenin en zengini Hacı Ağa, bizimle çocukçasına arkadaş olurdu. Biz de onu hep severdik...

Raman’a döndükten sonra bizim ekip ya o kagir olup camları kırık ancak tavanı olan binada misket, aşık (hayvan kemiği) para dikerek oynardık. Bazen de topumuzu alır, kamp kapısı altında bulunan altı numarada oynar veya sinemada gördüğümüz filmlerin erkek artistlerin rolüne girerek filmi canlandırırdık.

Özellikle herkes Yılmaz Güney olmak isterdi. Ara sıra bu rol için münakaşa ve kavga da ederdik.

*Üçünüzü de Mıhlarım, Dağların Oğlu, Seyithan, Koçero, On Cesur Adam gibi Güneyli filmler favorimizdi. Koçero filmi, haftalarca sinemalarda oynamıştı. Onun müziğini o donemin efsane ismi Nuri Sesigüzel’in turfanda türküleri süslemişti...

Bir gece Raman’dan kaçamak yapıp Batman’a birkaç arkadaşla sinemaya gelmiştik. Ancak filimler uzun sürünce geç olmuştu. Tren istasyonuna geldik. Kara kara düşündük... Bir de ne görelim, yanımızda petrol işçi servisine ait bir dolmuş durmaz mı. Şen ve şakrak şoför,ağzında çiğnediği sakızı patlatarak bizden tanıdığı arkadaşa:

“Selahattin, otobüsü mü kaçırdınız?”

“Evet Abi, babalarımız da bize kızar” dedi Selahattin.

“Haydi atlayın, sizi götüreyim” dedi Mahmut Abi.

Adam meğer çakırkeyifmiş. Bir çırpıda gaza yüklendi Tehlikeli Viraj'da üç takla attık. Fakat araba tekerlekler üzerinde durdu. İlk ayılan Selahattin oldu:

“Mahmut Abi nasılsın?” dedi.

 “Bir şeyim yok da, siz nasılsınız? dedi Şoför.

Kiminin dizi kiminin kolu sıyrılmış, bir iki arkadaşın da kafası hafif kırılmıştı...

Mahmut Abi, o haliyle de orada bizi bırakmadı, ön camı kırılmış dolmuşa bizi doldurdu Kamp kapısına bıraktı;

“Haydi siz eve gidin, ben de başımın çaresine bakarım’ dedi kaza yerine geri döndü.

Biz birer hırsız gibi eve döndük.

Herkes eve dönerken Selahattin gitmiş Dicle Nehri’nde Raman’a gelen tepedeki onlarca ton suyu depo eden kazanın tepesinde uyumuş ki, oradan Mahmut Abi'sini kaza yerinde seyretsin...

Kadınlar kendi aralarında konuşurken Selahattin'in annesi bize geldi. Anneme oğlunu sordu... Foyamız meydana çıkmıştı... Benim üstümde küçük kareli bir gömlek vardı. Sırtım elek gibi delinmişti. Patlayan asit tüpünden sıçrayan kıvılcımlar gömleği yakmış, vücuda varmamıştı…

Durumumuz ortaya çıkınca biz Selahattin’i aramaya çıktık. Selahattin ancak öğleden sonra uyanıp kazanın merdivenlerinden aşağıya indi. Başına toplandık, ona kızdık, bağırdık, çağırdık…

Editör: Yunus Yasak