Bizim zamanımızda ilkokulu bitirme sınavı vardı. Sene sonunda köyümüz tek öğretmenli olduğu için komşu köyün şişman gövdeli, çıplak tepeli öğretmeni de sınava gelmişti, üç-beş kişiydik.

Beşinci sınıfın bütün derslerinden sözlü imtihan olacaktık. Sadece Matematik dersi tahta üzerinde uygulamalı olacaktı. Sarı tenli, uzun boylu, çok sevdiğim öğretmenim, diğer öğretmene “Coşkun Bey, istersen matematikten başlayalım” dedi.

O da uygun görünce ilk önce beni tahtaya kaldırdı, misafir öğretmen de bana gayet bol rakamlı dört işlemi barındıran zor bir soru sordu. Hatırladığım kadarıyla koca tahtayı iki defa silip problemle ilgili çarpma, bölme, toplama, çıkarma işlemlerini sağlamalarıyla bir çırpıda yaptım.

Sınav biraz geç başladığı için öğle paydosu oldu.

Coşkun Bey kapıdan çıkarken, “Bu çocuk zekidir, inşallah ailesi onu değerlendirir” dedi.

Tahsil hayatı boyunca ilkokul'dan üniversiteye kadar sizi okutan öğretmen ve hocalardan en sivri ve en önemli bir özelliği  hatırlarsınız. Ancak ilkokul öğretmeni, bütün benliğiyle karakterinizde erimiş olur. Eğer bugün de bazı iyi huylarım varsa bunlara ilkokul öğretmenim katkıda bulunmuştur. O öğretmen ki, elli yıl sonra onun izini bularak İstanbul’dan Mudanya’ya gidip ziyaret edip elini öptüm... Bunlar makamdan şeref alan değil, makama şeref verenlerdir.

Misafir öğretmen, öyle söyleyince öğretmenim; “Biz patates yetiştirmiyoruz. Adam yetiştiriyoruz, bayım” dedi ve devam etti:

“Onun babası çok çekmiş, okuması için elinden geleni yapacaktır.”

Kadere bak ki, biz matematikçi olacağımıza edebiyatçı olduk.

Aradan bu kadar zaman geçmesine rağmen hala çocukluğumuzun beraber geçtiği bazı arkadaşlara rastladığımda (kitaplarımı da) görünce şöyle derler;

“Sen matematikçiydin, edebiyatçılığı nereden kaptın? Şaşılacak şeydir… ”

Oysa bu edebiyat merakı da çocukluktan beri ben de vardır. O devirde genelde kitapçılar çarşının merkezinde yer alırdı. Batman’a indiğimde dakikalarca kitapçı dükkanlarında resimli çocuk hikayelerini seyreder, cebimdeki para ile onlardan alır, onlara nazireler yazardım...

Çarşamba günü öğleden sonra da okuma günüydü.  Öğretmenimiz bize hikaye okutur ve anlatırdı. Edebiyata merakımı pekiştiren de Batman (Site) Orta okulundaki Türkçe öğretmenim oldu.Daha sonra bakanlıkta önemli bir göreve de getirildi. Çok aktif bir hocaydı. 40 Dakikalık derse sınıftaki bütün öğrencileri aktif hale getirir, hiç oturmaz, herkese soru soruyordu… Bize, “En üzgün ve en sevindiğiniz bir olayı yazın” dedi.

Kafamdan bir senaryo uydurdum. Askere gitmiş bir adama düşmanları tarafından ailesine bir mektupla ölümünü, bir süre sonra çıkıp geldiğini yazdım. Üzüntülü ve sevinçli olayı beraber işledim. Kompozisyonum beğenildi. Öğretmen, beni kütüphaneye götürdü.

“Mehmet, her hafta bu öğrencime bir kitap vereceksin, okuyacak...”

Kütüphanenin müdavimi oldum...Mehmet Abi, kitabı verirken;  “Bana bak, yırtmayacak, kirletmeyeceksin ha, yoksa feriştahın gelse sana kitap yok” derdi.

O titizlikle okurdum. Bir de ikinci defa bana kitap verirken sert bir şekilde “Nimron kaç?” diye sorarken ödümü koparırdı…

O devirde Batman öyleydi. Birkaç ilkokul ve Site Ortaokulu vardı. Lise sadece illerde vardı. Orta okulu bitirdikten sonra ‘Kuleli Askeri Lise Sınavı'na girdim. Babam asker olmamı çok istiyordu. Bölgemde de  hem askerden korkulur hem de ona özenti duyulurdu. Daha sonra da öğretmenliğim yanı sıra Edebiyat Fakültesine girdim..Hasılı kendimi edebiyatın bitmez tükenmez alanı içerisinde buldum.

Bu matematik merakımdır ki, kitapçı dükkanımız da uzun yıllar hesap makinesi kullanmadım... Hep kalemle hesap yaptım, halen de o huyum sürmektedir…

Editör: Yunus Yasak