1957-1958’lerin Batman (Elih)’ından bahsediyorum.

Batman küçük bir kazaydı.

Çarşı, Birinci ve İkinci caddeden ibaretti.

Herkes bir birini çarşı başındaki üç, dört kahvede görürdü.

O dönemde köylerde ve kazada mahalli particilik (berberi) had safhada olduğundan çarşıda, kavga-gürültü, şamata çoktu.

O zaman Tepebaşı (Seregir) ın da iki gözlü, kerpiç bir evde oturuyorduk. Babam okuma aşığı bir insandı.

İkinci Dünya harbi arifesinde (1942) Güneydoğu Bölgesi’nde kıtlık baş gösterince, dedem kalabalık ailesiyle Adana’ya göç etmişti.

Babam, amcalarımın en büyüğüydü. Ceyhan’da ırgatlık yaparken çiftçilik çavuşundan okuma yazmayı öğrenmişti. Bana da hep, “Oğlum oku, ayak altında kalma” derdi.

Bu genler bize de bulaşmış olacak ki, sırf üniversiteyi okumak için Hasankeyf’te öğretmen iken 1974’te İstanbul’a tayin istedim. Üniversiteye girdim, bitirdim. Ailecek bütün varımızı, yoğumuzu eğitime harcıyoruz. Pişman da değiliz. Çünkü midesini, cebini doldurup kafasını aç bırakan insan zavallıdır.

Her neyse babam, beni demir yoluna yakın bir okula götürdü. Bana; “Oğlum, bugün idare et. Akşama sana çanta, defter, kalem alıp getireceğim” dedi.

Sınıfta, öndeki sıralardan birine oturdum. Herkes gibi ben de heyecanlıydım…

Uzun boylu, mavi gözlü, sarı saçlı, somurtkan öğretmen hemşerimiz içeri girdi. Bizi bir müddet ayakta tuttuktan sonra ; “Otur, kalk! Otur, kalk” dedi. Bunu belki yirmi kez tekrarlattı. Daha sonra masaya oturdu. Ayakları, masadan en az elli santim dışarı taşmış, el parmakları uzun ve damarları yüzeydeydi…

Yerinde komut verdi;

“Çocuklar, bugün sınıfa nasıl girilir, sıralara nasıl oturuluru öğreneceğiz. Önce kapı çalınacak, içeri girilecek, kapı önünde öğretmen ve arkadaşlara selam verilecek, sonra yerine geçilecek” dedi ve ön sıradan kırmızı turp yüzlü bir arkadaşı uygulama için dışarı çıkarttı.

Çocuk kapıyı çaldı, içeri girdi, selam vermeden sırasına yürüyünce ona; “Olmadı deve, tekrarla” dedi. İkinci kez çocuk, kapı çalmayı unuttu, selam verdi ve yerinde durdu. “Yine olmadı” dedi öğretmen ve ona bir tokat aşk etti. Parmak izleri, çocuğun yüzünde belirdi… Öğretmen bu kez yine bizi kaldırarak  otur, kaklı tekrarlattı, defalarca uygulattı. O arada sınıfa bir koku hakim oldu… Öğretmen uzun burnunu sıralara tek tek sokarak faili bulmaya çalıştı. En arka sırada esmer bir arkadaşa; “Kalk derhal dışarı çık!” deyip onu sınıftan kovdu. O çocuk loğusa bir kadın gibi yalpalayarak yürüyordu…

Birinci dersin teneffüsü çaldı. Firar ettim. Eve koştum. Annem; “Paydos oldu mu oğlum?” diye sorunca, “Ben okula gitmem” dedim. “Baban kızar, çok kızar” dedi annem…

***

O gece erkeden yatağa girdim… Babam geldi, bana çanta, defter, kalem her bir şey almıştı. Anneme , “Sabahleyin okula götürsün” dedi.

Ertesi gün, babam erkeden işe gitti. Annem ne ettiyse okula gitmedim.

Akşam yine erkenden yatağa girerek yatma numarası yaptım. Babam, anneme; “Okula gitti mi?” diye sorunca annemin başka çaresi kalmamıştı:
“Ne ettimse gitmedi, gitmem diyor” dedi.

Sabahleyin, babam beni okula götürmek istedi. Ne ettiyse gitmedim. Babam, beni çok kötü dövdü. Ağzımdan burnumdan kan geldi. Yine de okula gitmedim… Babam işe gitti…

Öğleden sonra amcam, köyden bir şeyler satmaya getirmişti… Ona; “Amca köye gelebilir miyim?”dedim.

“Gel” dedi.

Köyde okul yoktu, rahattım…

Ertesi yıl okulların açılmasına az bir zaman kalmıştı.

Babam, bana giyecek ve gıcır gıcır çizme almıştı. Hem oradan Raman’a (Zeveye) taşınmıştık… Tepedeki okulun bahçesinde top oynarken öğretmen de geldi, bizimle top oynadı. Sevecen güler yüzlüydü….

Kendiliğimden okula gittim… Ancak yedi yaşında değil, sekiz yaşında okula başladım…

Editör: Yunus Yasak