Bir odacımız vardı. Kendi halinde, karınca incitmez, kurbağa ürkütmezdi. Yaşlı olmamasına rağmen vücutça çökmüş, sanki onu tokmakla dövmüşlerdi. Geniş bir aileye bakmış olmalı ki, kumral tenindeki sarı gözlerinden her an uyku akardı. Çoğu kez odamın kapısında oturduğu sandalyede camdan giren güneş ışığı ona vurur, terler ve uyurdu. Bazen dışarı çıktığımızda onu o tatlı uykudan uyandırmamak için parmak uçlarımızla hareket ederdik. Ancak Güntekin farkına vardığında peşime düşer, bazen merdivenlere kadar iner: “Müdürüm özür dilerim” derdi.
Perşembe günü o ilçede pazar kurulurdu. Ona yüz lira verdim:
“Güntekin, pazardan Binkılıç’tan gelen o küçük ballı incirlerden bir sepet al, çocuklara götüreceğim.”
Güntekin gitti, gidiş o gidiş. Oysa pazar tek alanda bulunan birkaç yüz metrelik bir caddeydi. Herhalde başka bir işini de görmeye gitmiştir, zannına kapıldık. Ancak Güntekin, paydos saatine üç beş dakika kala kan ter içinde kalarak geldi. Elinde kocaman bir tepsi ve üstünde iri yetişmiş beyaz kabuklu incirler vardı. Altlarında da incir yaprakları serilmişti. Ben bir şey söylemeden o konuştu:
“Müdürüm, o dediğiniz incirler sabahtan satılmış bitmişti. Ben de gittim bizim bahçedeki koca incir ağacından bunları kopardım.
O yetişkin incirleri, oradan götürmenin zor olduğunu anlayınca ona:
“Güntekin, sana zahmet olmuş. Şimdi ben üç dört tane alayım. Diğerlerini de memur arkadaşlara ikram et yesinler. Bu incirler çok olgunlaşmış, yolda hep ezilir, şehire götüremem” dedim.
Güntekin, boynunu büktü, biraz da üzgünce gidip incirleri arkadaşlarına ikram etti. Sonra tekrar tepsi üstündeki incirlerle bana döndü, masama bıraktı. Dışarı çıktı. Onları biraz evirip çevirince yüz liramın kenarı göründü. Parayı incir yaprakları arasına koymuştu. Onu çağırdım. Ne ettimse parayı almadı. Melül gözlerle bana bakarak:
“Müdürüm, ben para için bunları size getirmedim. Elim boş dönmekten utandım” dedi.
Bazen bana meslek hayatı içinde ilginizi çeken bir anınız deyince hep Güntekin’in o candan sevgisini hatırlarım. Gerçek sevgiler ne maddi ne de manevi sebeplere dayanmadan içten gelen sevgidir. Çünkü, gerçek sevginin özünde menfaat bulunmaz. Hakiki sevginin ömrü de çok uzundur, dünyayla da sınırlı değildir. Dünya, mal mülk, makam mevki, evlat sevgisi de hepsi geçicidir. Bunların meftunu olan insanlar, en küçük nahoş hadise karşısında panikleşirler. Bu güvenilen bütün unsurlar, birkaç saniye içinde insanın elinden çıkabilir. En zenginken en fakir duruma düşmek işten bile değildir. On sekiz saniye süren bir depremde malını mülkünü, iki kasa parasını bile kaybetmiş bir insanın porselen tabağın kenarıyla pilav yediğini televizyonda görebilirsiniz… Biz bizi sevenleri ince eleyip sık dokursak çok azının süzgeçten geçtiğini görürüz. Belki de kafamızdaki envanterde kayıtlı bulunan bazı önemli gördüklerimizin önemsizleştiği, önemsizlerin de önemli duruma geldiği görülebilir…
Sevgi, samimiyetin dışa vurumudur…
NOT: 20-29 EKİM TARİHLERİ ARASINDA BATMAN KİTAP FUARINDA TUBA YAYINLARI STANDINDA KİTAPLARIMI İMZALAYIP OKUYUCULARLA SOHBET EDECEĞİZ.