Daha on üç yıl çalışabileceğimi bilmeme rağmen beni emekliliğe zorlamış iki küçük olaydan bahsedeceğim.
Mesleğin otuz ikinci yılında Milli Eğitim Bakanlığı, beş on yılını başarıyla çalışmış idarecileri rotasyona tabi tuttu. Ben de o zaman on milyon nüfusu olan İstanbul’dan Anadolu’nun altı bin nüfuslu şipşirin bir ilçesine atanmış oldum. O zaman buna; “Başarının cezalandırılması” deniliyordu. İlçede devasa bir Hükümet Konağı vardı. Hemen hemen birçok memura birer oda düşüyordu. İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü ve Nüfus Müdürlüğü üçüncü katı paylaşıyordu. Arada bir camekan kapı vardı.
Bir gün öğleden sonra bir gürültüyle herkes odasından koridora çıktı. Tuzla-buz olmuş cam parçaları salonda parlıyordu. Bir orta yaşlı kadın ile yine aynı yaşlarda kumral bir erkeğin ortasında yüzü gözü kan içinde olan bir adamı tuvalete soktular. Suyla kanını silmeye çalışırken kan daha fazla artıyordu. Aynı minval üzere merdivenlerden inmeye çalıştılar. Ancak arkalarında kan izini bırakarak dışarı çıktılar. Üçü de birbirine yapışarak şaşkındı. Hükümet Konağı önünde duran emniyet arabasına yaklaşıp binmeye çalışırken polis bırakmadı. Kaymakamın arabasına yaklaşırken bekçi ve şoför onlara geçit vermedi. Başka çareleri kalmayınca üçü de adeta yarışarak kasabanın öbür ucundaki küçük hastaneye koşmaya başladılar…
Ortadaki adam bir köy imamı, yanındakiler de karısı ve kardeşiydi. Nüfustaki işlemleri biraz çekişmeli bitince imamın tansiyonu camekânın önünde düşmüş, kafasını cama çarpmıştı. Akşam paydosunda çarşıya indim. Müftüyle karşılaştım. Hastane kanı durduramayınca onu ambulansla ile göndermişler. Bir müddet sonra kan durdurulmuş, ancak tedavisinin yoğun bakımda devam ettiğini öğrendim.
Müftü Efendi, iç çekerek şöyle dedi:
“En acısı nedir bilir misin? Adam ölümle pençeleşirken genç Mal Müdürü (Hükümet konakları genelde Milli Emlak ve Mal Müdürlüklerinin zimmetindedirler.) telefon etti. Dedi ki: ‘Hocam, sizin bir elemanınız camımızı kırdı. Maaşından on lira kesin.”
İkimiz de çarşının ortasında donmuştuk…
Ertesi gün İlçe İdare heyeti toplantısı çok hararetli ve hareketli geçti…
***
Bir belde lisesinde müdür yardımcısı, ilçede beyaz eşya satan mağazadan aldığı eşya için düzenli taksitlerini ödememişti.
Kaymakamla altlı üstlüydük. Dahili telefondan İl Milli Eğitim Müdürlüğü’yle görüşmemi ve ilgili idareciyi açığa almamı istedi. Tecrübeyle onun siyasi bir baskı altında olduğunu anlayarak ‘evet’ veya ‘hayır’ demedim. Çünkü böyle bir yetkinin bizde olmadığını en azından onun da bildiğini tahmin ediyordum. Onun telefonundan sonra sekreterinden aldığım bilgi, siyasi bir grubun kaymakama baskı yaptığını da anlamış oldum. İçeri müsait olduğunda haber vermesini tembihledim. Salı günüydü. Öğleden sonra, Çarşamba günü ve Perşembe günü ulaşamayınca Cuma günü indim, Sekreterin, bir baba ile kızının içeride olduğunu dinlemeden, meşin kapının çalması da belli olmadığından içeri girdim. Şaşıran genç Kaymakama: “Biz bu küçük ilçede üç günde birbirimize ulaşamazsak nasıl iş yürütürüz. “O hemen baba-kızı dışarı çıkardı. Ben devam ettim: “Siz benden bir idarecinin açığa alınmasını istediniz. Öyle bir yetkimizin olmadığını size telefonda nezaketen söylemedim. Ama cevap vermek için size ancak üç günde ulaşabildim.”
Genç kaymakam sağ olsun pişkinlik de gösterdi:
“Ağabey, dikkat edersen ben de sormadım. Particiler istedi de…”
Maalesef bu iki olay, beni çok rahatsız etti… İki günde emekliliğimi elden takip ederek çıkardım…
Otuz iki yıl hizmet ve yirmi yıllık idareciliğimize noktayı koyduk…
NOT: 20-29 EKİM TARİHLERİ ARASINDA BATMAN KİTAP FUARINDA TUBA YAYINLARI STANDINDA KİTAPLARIMI İMZALAYIP OKUYUCULARLA SOHBET EDECEĞİZ.