Elektriği olmayan, suyu çamur, toprak, gübre kokup okulun önündeki yedi kuyudan sağlanan mahrumiyet beşiği köyün, yazın toz toprak, kışın ise çamur yolu da pek kullanışlı değildi. Ticaret, köyde bir samanlığı, dükkâna çevirmiş Bakkal Ramo’dan sağlanıyordu. Onun siyah kalın kapaklı defterinde, köyde herkesin ismine rastlamak mümkündü. İşini veresiyede çok sağlama alır, alışveriş yapan her ferdin ismini kalın, siyah yazan kurşun kalemle kayıt eder, karşısına aldığı şeyi yazardı. Bir bakıma haklıydı da. Çünkü ödeme genelde harman kaldırma zamanı veya kuzu, oğlak satılan mevsime kalırdı. İnsanlar, aldıkları, hatta çoğu kes dün gece yediğini unutunca bakkaldan aldıkları veresiyeyi hayda hayda unuturdu. İşte o vakit, kara kaplı, belgeli defter devreye girerdi.

Aslında Ramo da kendine göre çok akılsız sayılmazdı. Fiyatlar da epey yukarıdan sayılırdı. Kimsenin veresiyeye itirazı da olmazdı. Ramo’nun bakkaliyesini canlı kılan bazı şeylerin takasıydı. Mesela Bir kilo makarnayı, 12 yumurtayla değişirdi. Bu yumurtaları da haftanın iki günü, tahta sandıklara doldurup boz katırına yükleyip Nusaybin’e götürür, oradaki marketlere köyde satacağı şeylerle takas ederdi. Bu durum onun ticaretini canlı kılardı. Ayrıca kavun, karpuz çekirdeklerini de bu minval üzere alırdı…

Bir gün derste çocuklara:

“Makarna neden yapılır?” Diye sordum.  Onlara makarnanın undan yapıldığını dolayısıyla bir nevi ekmek, bulgur pilavı gibi bir şey olduğunu izah ettim. On iki yumurtayı kaynatıp veya yağdan pişirerek yemenin kalori bakımından makarnadan çok daha yüksek olduğunu anlattım. Bu söz köyde su kuyuları başında, tandırda kadınlar, köy odasında erkekler arasında konuşuldu. Bir süre köyde gündemi işgal etti. Fakat takas işinde hiçbir gerileme olmadı. Hatta öğrenci velilerinden, köyde bir nevi akıldane geçinip çok kişinin, bir sürü meseleyi kendisiyle istişare ettiği, evi okul lojmanına bakıp komşumuz olan, kır saçlı, yaşı altmış civarında olan Çolo Ramazan, bana şöyle dedi:

“Hoca Efendi, sen ne dersende, biz, on iki yumurtayı asla haşlayıp yiyemeyiz. Onu gider Ramo’ya bir kilo makarnayla takas ederiz…”

Meseleyi duyan Ramo da söz arasında:

“Hoca Efendi, ben hem makarna satarken hem de yumurtayı takas ederken kâr ediyorum. Sen köylüye ne dersen de, onlar o yumurtaları yiyemez. Şehirli efendiler taze yumurtayı yerler. Ben bile yemiyorum. Böyle olmazsa üç ay, altı ay sonra alınan veresiyeyle dükkân nasıl idare olacak?” dedi.

O zaman şöyle anladım: İnsanlarda tabulaşmış fikirleri, düşünceleri değiştirmek hiç de kolay olmasa gerek. Tıpkı: “Köhneleşmiş fikirler, paslanmış çivilere benzer, söküp atmak kolay değil” denilen sözde belirtildiği gibidir.

Alışılagelmiş, toplumda yer etmiş alışkanlıkların ikna edilmesi de yeterli değil, onu değiştirmeye çalışmak için kişinin eyleme geçmesi lazım…