Elli yıl önce Suriye sınırını kırk kilometre mesafede kervan geçmez, kuşkonmaz bozkıra adeta çakılmış kurak bir köye er öğretmen olarak atandım. Okul dört- beş yıllık bina olmasına rağmen üstten damlıyor, alt zeminin betonu çeşitli yerlerden çatlamış, kum yüzeye çıkmıştı. Tavandaki çatlaklara zift dökerek hallettik. Ayrıca okula ihata duvarı yapılmadığından hayvan uğrağıydı. Bir gün sınıfa bir dana girdi. Çocuklar vaveyla etti. Hayvanı dışarı çıkarıncaya kadar ter döktük. Çocukların bağırışına komşu evlerden insanlar da geldi...

Bozkır'daki araziler, tarlalar alabildiğine kara taşlarla kaplanmıştı. Sanki tarlaları taşı ekilmişti. Köylülere bu taşlardan ihata duvarı yapılmasını istedik. Ancak o kadar zor gördüler ki şaşırdım. Kırk tane öğrencim vardı. Onları peşime takarak okuldan elli-yüz metre kadar uzaklaştık. Onlara: “Çocuklar herkes bir taş alsın, okulun bahçesine koysun dedim.” Bu hareket öğrencilerin çok hoşuna gitti. Teneffüslerde hep taş taşıdılar. On günde okul bahçesini taş yığını haline getirdik.

Köylerde genel olarak cuma günü namazdan sonra köylüler çalışmıyordu. Namaz sonrası muhtar, imam başta olmak üzere bütün köylüler geldi. O topladığımız taşlardan okulun çok geniş bir alanına Çin Seddi gibi bir ihata duvarı ördüler. Sonra ertesi gün dağdan deve dikeni getirip duvarın üstüne diktiler.

Okulun etrafı hayvan yatağı olduğu için toprak gübreliydi. Katırla çift sürmeye giden Haci isminde bir çiftçiye: “Haci, karasabanla şu toprağa bir enselemesine bir de diklemesine sür” dedim. Toprak peynir gibi ayrıldı. Kavun, karpuz çekirdeklerini toprağın bağrına çaldık. Bir müddet sonra o kupkuru bahçe yemyeşil bir vahaya döndü. Kavun, karpuz ganimet oldu. Bizim bostan köylünün bostanlarından önce kavun karpuz verdi.

O dönemde kimse kavun, karpuzu şehre götürüp satmazdı. Yemekle bitmediler. Müdür odası boştu, doldurduk. Eylül, ekim sonlarına kadar yedik yine de bitiremedik. Artık karpuzlar bozulmaya başlayacaktı. Muhtar birkaç kadın gönderdi. Kavun, karpuzların çekirdeklerini döktüler, yıkadılar sonra çuvalları doldurup bakkal Ramo ile Nusaybin'e gönderdiler. Ramo çekirdekleri pamukla takas etti. Bizim evdeki yastıklarda hâlâ bu pamuklar duruyor..

Köylüler, okulun bahçesine bakıp şöyle söylediler:

“Bu iş çok zor gördük. Meğerse çok kolaymış.”

“Bakarsan bağ bakmazsan dağ olur sözü boşuna söylememiş.”

O vakit, onlara: “ Eğer tarlalarınızdan bu taşları toplarsanız on dönümlükler, yirmi dönüm olur” dedim. Bazıları bunu yaptı.

Köyün mezarlığı da hemen okulun üst kısmındaydı. İhata duvarı olmadığından bazı türbelerden kol bacak kemikleri fışkırmıştı. Okulun ihata duvarından sonra da mezarlığın etrafını bu kara taşlarla çevirdik...

İnsanların çok zor gördüğü ve önce kabul etmede zorlandığı şeyleri, şartları elverişli hale getirir, göze de gösterirsiniz, hallolması çok kolay olur...

Editör: Yunus Yasak