Asırlardan beri Dicle’nin öte yakasındaki aşiret köylülerinin hayatında önemli rol oynamış, Bestehişk (Sert Vadi)’nin ortasında kayaya oyulmuş sarnıç, bir yönüyle üstteki kayalardan yağan yağmur sularının toplandığı, bir görüşe göre de yer altından kaynayan suların biriktirdiği sarnıçtan iki şekilde istifade edilir.

Kaya oyulmuş, kuyu ağzından ipe sarkmış bakraçlı su alınabilir, diğer taraftan taş basamaklardan yapılmış merdivenin kıyısına inilir.

50-60 Yıl önce o kızgın güneşe hedef olan vadinin ortasından geçeceksin de o börtü böceği,  sineği barındıran sarnıç suyundan içmeyecektin.

Köyümüze giderken hep ordan geçtik. Ben çok içtim o sudan. Şehirden köye gittiğimiz için bize derlerdi;

“Tasa veya bakracın üstüne mendilinizi koyarak içiniz.”

Bugün oraya baraj yapıldığı için, o vadi yolu kazandı.

Ancak orası avcı ve vahşi hayvanların uğrağı oldu.

O sarnıca duyduğum vefadan dolayı, onun durumunu şiirsel hikaye ile anlatmaya çalışacağım.

Asaleti tarihi kadimden geliyordu.

Büyük bir kayanın bağrına oyulmuştu.

Kim açmış, nasıl açmış bilinmiyordu.

Üstten bir kuyu ağzı, yandan basamakla iniliyordu.

Sekiz metre boy, altı metre en ve iki metre yüksekliği vardı.

Onda biriken su iki ihtimalliydi.

Yüksek kayalardan akan yağmur suları ona akıyor, alttan suyun kaynağı da söyleniyordu.

İçindeki su her mevsim hemen hemen aynı seviyedeydi.

Sarnıcın dibinden koca aşiret yolu geçiyor, özellikle yaz ve bahar aylarında binlerce yolcunun geliş-gidiş uğrağıydı.

Sert vadi,

Dicle nehrinden kışın kayıkla, yazın su incelince öbür yana geçiliyordu.

Köylüler, eşek ve katır sırtından meyve ve sebzelerini, Batman, Beşiri ve Silvan köylerine satışa götürüyorlardı.

O koca vadi, iki tarafı kayalarla sarılmıştı.

Güneş tepede boza pişiyordu.

Yaz mevsiminde sarnıcın kurt, sinekle, böcekle suyu buz gibiydi.

Çocukluğumuz hep o vadinin yolunda geçti.

Şehir çocuğuyduk ya.

“Mendili ağıza bağlayın, için” derlerdi köylü amcalar.

***

Ilısu Barajı yapıldı.

Dicle, vadi dibinde kuş yutmuş yılan gibi kabardı.

Sert vadi iki taraftan kapandı.

Yol kullanıştan düştü.

Artık hiçbir insan oradan geçemez olmuştu.

Sarnıç, artık börtü böceğin, sineğin uğrağıydı.

Yılan artık serbestçe yavrusuyla sarnıca iniyor, su içiyordu.

Geyik, karava, tilki ve tavşan ona sürüce koşuyordu.

Suyu içip yaradana şükrediyorlardı.

Sarnıç iki ayaklı nankörleri kaybetmiş, dört ayaklı şakirleri kazanmıştı. İnsanoğlu bu,

hem suyunu içiyor hem de ona pis, kirli diyordu.

***

Avcı İsmail de yıllar sonra dayandı sarnıç kayasına. Koydu silahını, fişekliği, matarasını yanına.

Yazın kayanın serinliğinde uyku, zamk gibi yapıştı gözlerine, sonra ayağı su matarasına çarptı.

Kapağı açıldı, suyu döküldü sarnıç ağzına.

Terden sırılsıklam avcı uyandı.

Boş mataraya acı acı baktı.

Öyle susamıştı ki baktı sarnıçın kirli suyuna.

“Ölsem de içmem bu suyu” dedi kendi kendine. Tarihi sarnıç, kinlendi onun kaba sözüne.

Nankör, dünya kurulalı beri bu halkın hizmetindeyim. Sen, baban, atanı hep susuzluktan ben kurtardım. Unutma, ben de Allah'ın görevlendirdiği hizmetkarım. Yolunuza, barajınıza güvenmeyin.

Ben hep buradayım.

Şu anda meskunlarım, mağdur ve mazlum hayvanlardır.

Onlara anayım, atayım, sığınağım.

Bu vadinin sönmeyen, eskimeyen ışığıyım.

Eskiden:

Aşık-maşuk ben de buluşur, kaçarlardı.

Köy, barış ve kan davaları, bu kaya dibinde biterdi. Katiller, mahkumlar üstümde sözleşir, tövbe ederdi. Şeyhler, ağalar, beyler, düğün koçlarını bana adardı. Kendi varlığımı ben bile hatırlamıyorum.

Yetmiş, seksen yıl yaşayan kendini yaşamış sanıyor. Gülerim senin gibilerin aklına.

Dünya durdukça ben var olacağım.

***

Emektar sarnıç, sonra döndü avcıya.

Ben senin çocukluğunu da biliyorum.

Hani bir gün babanla gün ortasında bana vardınız. Sen ya vardın dokuz ya on yaşında,  dilin damağın kurumuş, susuzluktan kavrulmuştun. Basamaklardan atladın, dinlemedin babanı, avuç avuç suyumdan kana kana içtin.

Baban,

Yuttun oğlum, sineği, börtü böceği dedi.

Sen hala içmeye devam ettin.

O zamanlar ne elektrik ne yol ne de buzdolabı vardı. Tek serinlik kaynağı bendim. Babana verdiğin cevabı da hiç unutamıyorum. Soğuk, buz gibi su baba. Bırak börtü böceği, sineği, içim serinlendi, içim serinlendi. Bu su olmayaydı, halim nice olurdu, baba. Baban, Oğlum, bu sarnıç Allah'ın bu aşirete armağanıdır, Allah’a şükür edelim, oğlum. Avcı İsmail, olayı bütün canlılığıyla hatırladı. İndi sarnıçın kıyısına, İpe bağlı tası doldurdu, Bakmadı börtü böceğe, sineğe, dikti kafasına, kana kana içti, sarnıçın kirli soğuk suyunu.

Söylendi kendi kendine.

“Nankör olup geçmişi unutmak haramzadeliktir” dedi…

Editör: Yunus Yasak