Raman’dan Batman Site Orta okuluna servisle gelirdik. Yirmi, otuz kişi civarındaydık. Servis dediğimiz araba, Üstü çadırlı bir kamyondu. Kasanın içinde oturacak kanapeler mevcuttu. Kış aylarında elimiz, ayağımız donardı. Bazen de bozulur, arıza yapardı. O vakit, herkes başının çaresine bakmak zorunda kalırdı. Kamptaki usta ve ustabaşıların pikapları devreye girerdi. Bazıları, egoistlik yapar, sadece kendi çocuklarını bindirir, yanımızdan ayrılır, hatta: “Çocuklara çarşıda yemek yediririz” der, ancak kirişi Raman'a kırardı. Bazıları da iki üç kişilik yere beş, altı kişi sığdırırdı. Oysa altlarındaki pikaplar, şirkete aitti. Hepimizin onlarda hakkı vardı.

Servis, talebeleri okula getirip götürdükten sonra da işçileri şehre taşır, sonra kampa dönerdi.

Bir akşam bir vaveyla koptu.

Asker dönüşü amcasının kızının bir yıl önce gelin olup kamptaki bir işçiyle evlenmesini hazmedemeyen bir genç, silahını kuşanıp atına binerek tehlikeli virajda servisin önünü kesmiş, kadının kocasını av tüfeğiyle omuz başından yaralamış, şoför mahallinde çarşaflı karısını da zorla oradan sürükleyip atın terkisine koymaya çalışmış ancak yüzüne gözüne bulaştırarak kaçmıştı.

Babam, serviste silahsız korucuydu. Herkesin babası gelmiş, babam yoktu. İdare amiri, olay hakkında gelenlerin ifadesini alıyordu. Her ifade veren, “kadını kurtardığını” belirtiyordu. Ancak içi dışı bir olan, mağlubiyet ve galibiyeti nefsinde bile hiç düşünmeden kabul eden, dobra dobra olan Ömer Amca, idare amirine: “Begim, şu ana kadar konuşanlar hepsi yalan söyledi. Adam, yolun ortasında atıyla durup servisi durdurdu. Şoför mahallinde çarşaflı kadınlardan biriyle ilgilendi. Bekçi Hüseyin, bize seslendi: “Bu adam İbrahim'in karısını soruyor” İbrahim inmeye çalışırken atlı, geldi omuzun başına silahı sıktı. Ne yapacağımızı şaşırdık. İbrahim'i yaralı halde ekmek sandığına koyduk. Adam, şoför mahallinde kadını atın terkisin alıp kaçırmak istedi. Hiçbirimiz ses çıkarmadık. Hüseyin peşine düştü. Vadiye yuvarlandılar. Hüseyin'in attığı taş adamın kafasına değdi, sonra kadın döndü, servise yetişti. Bunu gördüm” dedi.

O zaman idare amiri:

“Hüseyin nerede? dedi. “Belki de orada kaldı. Karanlık çökmüştü. Hem Ezidi köyüne yakın” dedi Ömer.

Sonra şoför çağrıldı. O da sustu.

İdare amiri, onlara kızdıktan sonra, şoföre:

“Benim pikabı al, git Huseyin’i al, gel” dedi.

Ben hepten heyecanlandım. Babama bir şey olmasından korktum. Yarım saat sonra babam sağ salim geldi.

İdare amiri ona sordu:

“Hüseyin, sen ne gördün?”

 Babam bir Reşat altını ve bir mermi kovanı masaya koyduktan sonra şöyle devam etti:

“Adam, kadının kocasını yaraladıktan sonra kadını zorla sürükledi ve bize “erkek varsa kabul etmesin” deyince peşine düştüm. Attığım taş, kafasına denk geldi. Yüzü gözü kan içinde kaldı. Fakat ayağı üzengide kaldı. Atın bacakları arasında bana kurşun sıktı. İsabet etmedi. Çaresi kalmayınca kadının gerdanlığını kopardı, atına atlayıp doludizgin sürdü. Kadını şöseye çıkardım. Bana, 'altınlarım kaldı” dedi. Tekrar vadiye döndüm, bu altın ve boş kovanı buldum ” dedi. İbrahim tedavi oldu, ölümden kurtuldu. Atlı adam, birkaç yıl hapis yattı.

O gün babama sormuştum: “Adam, evlenmiş kadından ne istedi?”

“Oğlum, bölgemizde amcaoğlu amcakızının yolunda ise kimse onu isteyemez. O onu kilitler. Bunlar bu kızı isterken köyde çocuğun babasına da danışmışlar. O da demiş ki benden yana bir engel yok. Ancak oğlum askerdedir. Onu bilmem. Bu da askerden gelmiş, kızın peşine düşmüş. Tabi bu adetimiz hiç de iyi değil” dedi babam.

 Ama yakın zamana kadar da böyle hoş olmayan bir geleneğimiz vardı...Stranlar, ağıtlar ekseriyetle “dotmam” için söylenmiştir.

Editör: Yunus Yasak