Petrol, memlekette ve dünyada konuşulunca Batman, Raman ve Hasankeyf, petrol işçilerinin hayatı gündem olunca film şirketleri de buralara ilgi duydu. 1966 Yılında, Recep Bilginer ve Ayşe Sasa’nın senaryosunu yazdığı Atıf Yılmaz’ın yönettiği, başrolünde Fikret Hakan, Belgin Doruk, Fevzi Tuna ve Erol Taş'ın oynadığı; “Toprağın Kanı” filmi Hasankeyf, Batman ve ağırlıklı olarak Raman’da çekildi. Kısaca önceleri köyde yaşayıp daha sonra petrolde çalışan ‘Hüseyin’ ismindeki bir işçinin kısa hayat öyküsüydü.

Film çekimini seyretmek bize çok garip gelmişti. Yavan, zevksiz, çocuk oyuncağı gibiydi. Ancak seslendirme ve hareket girdiğinde güzelleşiyordu. Erol Taş, kampın kasasını soyarken yaralanıyor ve kaçıyordu. Birinin elinde de boya fırçası ve kırmızı boya kutusu, ikide bir onu durduruyor, boya sürerek kanı arttırıyordu...

Sonra ara verildiğinde Köy filmlerinde ekseriyetle ‘Ağa’ rolünde oynayıp filmin tuzu, biberi olan kötü rollerin uzmanı Erol Taş’ın ne kadar sessiz, sakin ve masum oluşunu gördük. Hatta o kadar alçak gönüllüydü ki top oynardık. Yanımıza geldi, bizimle top koşturdu. Esprileriyle bizi güldürdü. Bir ara kaleci bile oldu...

Hasankeyf’te öğretmenlik yaparken de 1974 yılında Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Başrolünü Fatma Girik ile Hakan Balamir’in paylaştığı “Kuma” filmi orada çekildi. Konu: Kısaca çocuğu olmayan bir kadının kocasına kuma araması ve çift evliğin sakıncaları üzerine kurgulanmıştı... Başrol oyuncusunu taşlamak için bizden birkaç öğrenci istediler. Gönderdik. Onlar da okul koruma derneğine o zamanın parasıyla 250 Lira yardım yaptılar...

Gerek Raman’a ve gerekse Hasankeyf’e hatta Batman’a gelen artistler, sanatkarlar ta o devirde bile bu yerleşim yerlerine hayran oluyor ve bunu konuşmalarında dile getiriyorlardı...

Raman’ın yazları, baharları gayet serindi.

Batman sıcaktan kavrulurken Raman’da püfür püfür rüzgar eserdi. Kışları soğuk, karlı iken bile hava tertemiz olduğundan sağlıklıydı. O devirde Batman kışını çamur deryasındaydı. Hasankeyf’te ise yazın kavurucu sıcaklık, kışın ise ılık bir iklim hüküm sürer, kar yağışına pek rastlanmazdı. Tıpkı Cizre gibiydi. Cizre’de iki sene kalmamıza rağmen kışın kar hiç yağmadı.

Beyaz kefeni ancak ‘Kainat’ın ikinci babası olan Nuh Peygamber’in gemisinin karaya çöktüğü Cudi Dağı'nın eteklerinde görürdük. Zaten Hz. Nuh’un türbesi Cizre’de bulunuyor. Uzunluğu sekiz metre, eni de iki metreye yakındır. O devir insanları bizim gibi ufak tefek değillermiş. Dicle üzerinde harabe köprü ayakları görünür, ona da ‘Yafes Köprüsü’ denir. (Yafes Hz Nuh’un oğludur.) Orada onun adını taşıyan “Yafes Mahallesi de” vardı. Tarihi gerçeklere bakılırsa tufandan sonra var olan üç iskan beldesi: Cezira Bota, Şehri Nuh(Şırnak) ve Meyafarkin (Silvan)’dır...

Yaz mevsimine rastlayan ‘Hasankeyf Ramazanları’nı da görülmeye değerdi. Sabahın ilk saatlerinden itibaren ilçe ısınmaya, öğleye doğru da sac gibi kavrulmaya başlar.

Uzak köylerden meyve, sebzesini satmaya getirmiş köylü de köyüne dönme yoluna koyulmuştur. Konut evlerinden insanlar yavaş yavaş ‘Hackıran Kayalığı’nın gölgesine ve ona bitişik pınarın başında toplanmaya başlamıştır. Orada kimi Kur’an okur, tesbihle zikir çeker, kimi paçalarını sıyırmış ayaklarını suya koymuş serinler, kimi de gölgede nafile, kaza, sünnet veya farz namazını kılar, kimisi de arkadaşıyla yarenlik ederdi. Dükkânını kapatmayan esnaf da vantilatörünü açmış serinlemeye çalışırdı. Akşama bir iki saat kala eve geri dönüşler başlar, kadınlar yemekle uğraşırken erkekler yoğurt bakracı içine bir kalıp buzu atıp soğuk ayran yapmaya gayret ederdi. Ezanla iftar açılır, ayrandan sekiz, on bardak içilir, ancak bu saca atılan su gibi olur, ne sidik ne de ter olurdu. Artık erkekler camilere teravihe gider, dam üstünde namazlar kılınır, sonra eve dönülürdü. Sıcaktan ekseriyetle sahura kadar yatılmazdı, sabah namazı serinliğiyle birkaç saat yatılırdı. Buna rağmen onun zevki ruhlarda hissedilirdi...

Editör: Yunus Yasak