Batman Site Ortaokulunda okurken titiz, vazifeşinaz, kuralcı, despot, sarı tenli, kısa boylu, kalın miyop gözlüklü bir İngilizce öğretmenimiz vardı. Ağzı da pek temiz değildi. En ehven kelimesi ona göre; “Hıyaroğlu hıyardı.”

Yedi yaşında Türkçe'yi öğrenen bizim gibilerin on iki, on üç yaşlarında kurallı İngilizceyi öğrenmesi hiç de kolay sayılmazdı.

Tıpkı Dicle Nehri, kış aylarında kuş yutmuş yılana döner ya, işte onun kıyısına gidip yüzmede zorluk çeken bir insanın o kabarmış suyu geçmek için yapılan çabaya benzer. Hepimiz bu Gavur dili için, özellikle sınav zamanında heyecana kapılırdık. İmtihanda hoca o kadar hareket halindeydi ki kopyayı hatıra getirmek “deveyi hendekten atlatmak” kadar zordu. Hele ben kopya çekmede hiç de başarılı değilim, beceremem o işi.

Ama tahsil hayatında gerek orta okul ve gerek lisede öyle arkadaşlar vardı ki asla ders çalışmaz, bütün sermayeleri kopyaydı. Benim gibiler dört saat sınava hazırlanırken kopyacılar altı, sekiz saat kopya hazırlardı. Hatta Milli Güvenlikçinin dersinde tıpatıp kitabın aynısını yazan bir arkadaş, on alır, sözlüde de sıfır veya bir alırdı. Ortalama yine de beşti...

Her neyse ortaokulu anlatırken liseye kaydık. Gelelim sadede.

Orta ikide İngilizceci yazılı sınavı yapacaktı. Bizden önce başka bir sınıfı yazılı yapmıştı. Hoca hışımla içeri girdi. Vücudunun görünmeyen uzuvlarındaki kan yüzüne aksetmişti. Tahtanın önünde şöyle bir durdu.

Gözlükle bakınca nereye baktığını kestirmek zor olduğundan herkes “bana bakıyor” der.

Şöyle hitap etti:

“Kitaplar ve defterler tahtanın önüne çarçabuk konulsun. Sizden önce 2A sınıfını yazılı yaptım. İki üç ‘hıyaroğlu hıyar’ kopya yapmaya çalışırken onları enseledim. Disipline gittiler...”

Bu arada herkes çoktan defter, kitabı tahtanın önüne yığmıştı. Kağıtları çıkarmış bekliyorduk. Bu kez hoca, üst baş aramaya başladı. Orta sıraların arkadan ikinci sırasındaydık. Arkadaşımız H. Sınavdan önce hazırladığı muska gibi katladığı kopya kağıdını bize gösterdi: “Ya herru ya merru” dedi. O kopyayı hazırlamıştı. Biz korktuk. Yapma arkadaş, bizi de yakarsın” dedikse de o dinlemedi. “Kimse beni yolumdan döndüremez” dedi. Çünkü o yakalandığında yanındakiler de otomatikmen suç ortağı oluyordu.

Hoca aramaya girişti. Gittikçe bize yaklaşıyordu. Kelli felli H. de hareket halindeydi. Kopyayı önce çorabına sonra kol ağzına, ensesine koydu. Ancak emin olmadı. Vıcık vıcık terlemeye başladı. Kıpkırmızı kesilmişti. Hoca iyice yaklaşıyordu. İ. Ona; “H. tehlikedesin” dedi. Hoca önümüzdeki sırada arama yapıyordu. H. Başka çare bulamadı. Hazırladığı kopyayı ağzına attı. Hoca sıramıza varmıştı. Bizi aradı. Ona da; “Hıyaroğlu hıyar bu havada niye bu kadar terlemişsin” dedi. Ama o cevap veremedi. Ter sıranın üzerine akmaya devam etti.

Neyse, sınav başlamıştı. Ama H. kopyası ağzındaydı. Neredeyse boğulacaktı. İ, Sıranın altında kurşun kalemi, onun karnına dürttü: “At o kağıdı, ulan boğulup zehirleneceksin.” H. ağzında mürekkepli kalemle ince ince, özene bezene, titizlikle yazılmış kopya kağıdını sıranın altına attı, Kağıt ayağımın dibine düştü. Bembeyazdı, H. bütün mürekkebi yutmuştu...

Arkamızdaki sırada tek başına oturup gelişmiş gövdesi ve her gün saatlerce yol yürüyerek köyden şehre gelen C., etli ayaklarıyla sıramızı hafiften sallayarak şöyle dedi:

“Sorular da çok basit. Kopya çekmeye hiç gerek yok...”

Editör: Yunus Yasak