Gün boyunca dalgınlığımı ve işe yoğunlaşmadığımı fark eden Ofisteki arkadaşım, Aynı zamanda sınıf arkadaşım olan Ahmet, elinde iki çayla birlikte gelip yanıma oturdu. Havadan sudan konuşarak bendeki tuhaflığı anlamaya çalıştı. Tavırlarından ve Çayla birlikte gelişinden dolayı, ziyaretinin nedenini öğrenmiş oldum. Ona sevgiyle baktım. “Ahmet, gene Diyarbakırlı hassas yüreğin uyanmış.” Dedim gülerek. Ardından, “önemli bir şey yok. Bugün Batman’dan çocukluğumuzu birlikte geçirdiğimiz mahalle arkadaşım gelecek, onunla yaklaşık yirmi yıldır görüşmedik. Ara sıra telefonla konuşuyoruz ama yüz yüze görüşmek gibi olmuyor tabii. O yüzden biraz duyguluyum ve sabahtan beri, Batman’ı ve birlikte yaşadığımız günleri düşünüyorum. Hem duyguluyum, hem üzüntülüyüm. Çocukluktan ve Batman’dan ayrıldığım güne kadar ki süre içinde, hayatımın en güzel günlerini orada yaşadığımı, her geçen gün daha iyi anlıyorum. Çünkü hayat sana, o günleri tekrar yaşaman için böyle bir fırsat sunmuyor. Aksine yaşadığın tüm güzellikleri uzaklaştırmak için pusuya yatarak yok etmeye çalışıyor. Bugünüm, Batman’da yaşadığım günlerden kötü mü, değil tabii ki, bir yığın insanın özenebileceği yaşantıya sahibim. Ama yitip giden değerlerin yerine dopdolu hazineler koysan bile onun yerini tutmuyor. Tutmuyor işte!” diyerek onu omuzundan sararak, duyarlılığından dolayı teşekkür ettim. Ahmet önemli bir şey olmadığını öğrenince sevindi. Çayını içtikten sonra, beni kendimle baş başa bırakarak çıktı. Son birkaç işi bitirip ofisten ayrıldım.

       Metin’le sözleştiğim yere doğru yürürken önümdeki basamağı görmeyip takıldım, sendeledim, bu arada ayakkabımın topuğu yerinden çıktı. Birkaç metre aksak aksak yürüyerek ayakkabı tamircisine ulaştım. İçeri girdim. Oradaki boş sandalyeye oturdum. Ayakkabımı çıkarıp, elimdeki topukla birlikte ustaya uzattım. Usta bana uygunsuz bir davranışta bulunmuşum gibi, tuhaf bir şekilde baktı. Mekanik bir ses tonuyla, “Bir saat sonra gelip alırsın.” dedi. Ben henüz, “nasıl yüryeceğim?” diye sormadan. Bitişikteki ayakkabı mağazasını gösterdi. Herhalde üzerimdeki takım elbiseden dolayı yeni bir ayakkabı alabileceğimi tahmin etti. Başka bir şey demeden işine devam etti. Ben de Çaresizce, daha doğrusu mecburen bitişikteki mağazadan yeni bir ayakkabı aldım.

         Metin’le buluştuğumda, onun o insani ifadeyle bakışı görünce, duygusal olarak daha yorgun hissettim. Hoş geldin faslından ve kısa bir sohbetten sonra, gün boyu içimde yoğunlaşarak büyüyen ve Tamircinin tavrından dolayı daha da özlem duyduğum Batman’ı ve oradaki sıcak ilişkileri düşündüm. Batman’da insanlar sanki ortak bir yerde buluşup, sadece iyi olma ve iyilikle ilgili eğitimin dışında başka bir eğitim almamışlar gibi bir hisse kapıldım. Çünkü her yerde, hep iyi insanlar vardı.

       Metin’e, “hatırlar mısın Batman’daki esnaf ve sanaatkarlar, hepsi birbirinden iyi ve işlerini yaparken, veya hizmet sunarken hiçbir ekonomik beklentileri yokmuş da sanki yardımcı olmak için uğraşıyorlardı. Her birinin işyerine girdiğimizde, yakın akrabamızın işyerine ziyarete gitmiş gibi karşılanırdık. O esnaflar ki, ellerindeki nasırlar kutsal bir emanet gibi görünürlerdi gözüme.” Dedim.

      Bugün gittiğim, gidipte tamir ettiremediğim ayakkabı hikayesini anlatırken İsmet ve abisi geldi aklıma. Gülen gözlerle müşterilerini içten duygularla nasıl karşıladıkları, canlandı gözümde. Batman’da herhangi bir sanatkarın işyerinde oturup beklerken, işinin bitmesini istemezdi insan, çünkü onları seyretmek zevk veriridi. Onlar, işleriyle bütünleşmiş insanlar olarak kalmış beynimde.

       Daha kimler ve hangi sanatkarlar vardı aklımdan geçen; marangozlar, terziler, manifaturacılar, berberler ve lokantalar! Lokantalardan hatırladığım Cuma Usta ve Bereket lokantalarıydı. Metin, Bereket Lokantası’nın çoktan kapandığını, Cuma Usta’nın vefat ettiğini ama oğlu İsmet’in baba mesleğini aynı düzen ve lezzetle devam ettirdiğini söyledi. Sevindim. Çünkü geçmişten günümüze sadece; Tatlar, kokular ve müzikler aynı canlılıkla kalıyor.

        Çocukluk ve ilk gençlik yıllarımızda terzilik hep beğenilen ve istenilen bir meslekti. Rengarenk kumaşların üst üste özenle yerleştirilmiş olması ve terzinin özenli giyinişi bu ilgiyi arttırırdı. Eskilerden Terzi Muhip, Terzi Mustafa vardı. Yürürken ya da yanlış bir hareket sonucu sökülen pantolunu oldu mu, en yakın terziye gider, onlar da  hemen onarır ve seni sevgiyle uğurlardı.

       Marangozlar da Batman’ın renklerine hayat veriyordu. İlk zamanlar, Fevzi Vural’ın Maraş Mobilya’sı çok ilgimi çekmişti. Neden “Maraş Mobilya” diye düşünmüştüm. Sonradan öğrendim ki, ustaları Maraş’tan getirmişti, o yüzden adını Maraş Mobilya koymuştu. Daha sonra, elektrikçi olan kardeşi Niyazi işyerini devam ettirmek zorunda kalmıştı.

        Fotoğrafçılarda en canlı hatırladığım Kemal tapan ve Hüsamettin Turan’ın fotoğraf studyolarıydı. Fotoğraf çektirmeye gittiğinde, ortalığın ışıltısı ve asılı resimlerden dolayı, podyuma çıktığını hissederdi insan. Makinenin arkasında geçtiklerinde, kafanı sözle düzelttirmek yerine, gelip elleriyle düzeltmeleri hoş bir anı olarak kalmış kafamda.

        Berberler, ilk traşın korkulu rüyaları! Çocuk psikilojisi falan hiç dinlemeden ellerine geçirdikleri makas veya makineyle hemencecik kesmeye başlarlardı. Davut, Şehmus, İsmet ve Kemal Okan kardeşlerin Berber dükkanı adeta ailemize hoş geldiniz edasıyla müşteri ağırlıyorlardı.

         Manifaturacılar bana, hep en iyi iş yapan dükkanlar gibi gelirdi. Hiç sıkılmadan, kocaman kumaş rulolarını çok hafiflermiş gibi raftan indirirek tezgaha serip, müşterinin beğenisine sunmaları, çok hoş bir iz bırakmış bende. Hacı Şirin Bağcı’nın dükkanı adeta herkesin uğrak yeri gibiydi.

         Esnaflar Batman’nı bütünleyen parçalardır. Dükkanlarının önünden geçerken, oldukları yerle o kadar özdeşleşmişlerdi ki, sanki ezelden beri orada yaşamışlar gibi bir hisse kapılırdı insan. Kıvırcıklar’ın dükkanın önünden geçerken kesif bir peynir kokusu gelirdi burnunuza. Çok şık kardeşlerdi, işlerini aşkla yaparlardı. Hacı Musa’nın geniş dükkanı, Peron başındaki oyuncakçı Değer ailesi, Gazeteci Mehmet ve Cafer kardeşler, Batman resminde sabitlenmiş birer resimdirler.

        Ahmet Canpolat’ın gömlekçi dükkanı çok ilgimi çekerdi. Çok sert bir öğretmendi. Nereliydi ve nereden Batman’a gelmişti. Çok merak etmiştim hâlâ da merak ediyorum. Bence o Birinci Cadde’nin en ilgi Çekici insanıydı. Antepli, binbir çeşit tuhafiye satan dükkanından, dışarıya taşan naftalin kokusundan dolayı misitk bir hava yaratırdı bende. Urfalıya değinmeden geçemeyeceğim. Orası bana aristokratlara özgü içkili bir restoran ve sanki oraya girmek için üye olunması gerekiyormuş gibi imaj bırakmıştır hep.

    Daha bir sürü esnaf geçti gözlerimin önünden. Hepsi sımsıcak esintiler getirdi bana. Ben Konuşruken Metin hayretle bana bakıyordu. Bu kadar ayrıntıyı hatırlıyor olmama şaşırmıştı besbelli. Hatırlıyordum çünkü oradan ayrılmadan önce, hep gördüğüm ve hafızama kazılı olan resimlerdi bu anlattıklarım.

      Deniz kenarında yürüyüp sohbet ettikten sonra eve doğru yürüdük. Ayakkabı tamircisinin dükkanına yaklaşırken, ustayı ve tavrını anlattım. Metin de üzüldü. Dükkan kapalıydı. Yandaki ayakkabı mağazasından içeri bakınca o ustanın şık bir elbiseyle kasa başında oturduğunu gördüm. Hiçbir şey düşünmeden güldüm. Onun beni görüp görmediğini bilmiyorum, ama “görseydi keşke!” diye geçirdim kafamdan.

Editör: TE Bilişim