Günlerdir yasını tuttuğumuz “deprem” gerçeğiyle ülkemiz bir kez daha karşılaştı…

Bu acı olayla birlikte belki de son zamanlarda ülkemizde hiçbir acı bu kadar ortak olmamıştı. Hayatını kaybeden kişilerin ruhlarının şad olmasınıve  hayatta kalanların bir an önce şifa bulmasını dileyerek başlamak istiyorum.

Şu anda birçoğumuz depremin bir daha gerçekleşip gerçekleşmeyeceği ile ilgili kaygılar, anlamlandıramadığımız bedensel duyumlar (kalp çarpıntısı, iç huzursuzluğu, terleme vs.) gibi belirtileri gösterdiğimiz bir durumiçerisindeyiz. Elbette kaygılarımızın, bedensel duyumlarımızın, anlamlandıramadığımız tepkilerimizin bir kökeni var. Yapılan çalışmalar, doğal afete maruz kalmanın yaşam boyu bildirilen yaygınlığının %22olduğunu ve bunlar arasında en yaygın olanın %8 yaygınlık ile deprem olduğunu göstermiştir. 

Deprem gibi beklenmedik bir olayla karşı karşı yakalındığında, insan beyni, anında iki tür tepki verir: Bunlardan ilki tehlikenin tanımlandırılması, ikincisi ise tehlikeden korunma tepkisidir.

Tehdit, "Savaş ya da Kaç" yanıtı meydana getirir. Tehlikeden kurtulmak adına bir çok fizyolojik değişim meydana gelir, kalp atımı ve soluk alıp verme hızı artar, kas gerginliği, korku, şaşkınlık, olanları inkar etme hali, terleme, titreme ve bulantı bulguları ortaya çıkabilir. Bu belirtiler aynı zamanda stres göstergeleridir. Tehlike ortadan kalktıktan sonra ise, yaşanan zorlu sürecin, insanın duygu ve düşüncedünyasına ve yaşamının anlamına ne kattığı ile ilgili sorular ve cevaplarla baş edebilme sorunu ortaya çıkar. Deprem gibi büyükdoğal afetlerin ardından en fazla gördüğümüz psikiyatrik tanılardan biri Postravmatik Stres Bozukluğu’dur. Bunu sırasıyla Major Depresif Bozukluk ve Anksiyetebozukluğu takip eder. Büyük afetlerin ardından hayatta kalabilen vatandaşların ruhsal açıdangözlemlenmesiihtiyaçları olan yardımları tespit etmek içinçokönemlidir. Psikolojik sorunlar yaşama riski deprem yaşamış olan kişilerde deprem yaşamamış olan kişilere oranla daha fazladır. Sonuç olarak, deprem travması gibi sorunlarla karşılaşmış olan kişileriçin ruh sağlığı desteklerinin sağlanmasıönemli bir konu olmaktadır.

Belirtileri aşağıda daha detaylı sunacağım;

1.Psikolojik şok dönemi:

İlk yirmi dört saat veya daha uzun sürebilmektedir. Bu dönemde oluşabilecek travmatik tepkiler ise şu şekilde sıralanabilir:

a. Ani fizyolojik uyarılma, aşırı hassasiyet ve kısıtlanma hissi,

b. Mantıklı düşünememe ve karar verememe sorunları,

c. Hafızada tutma ve dikkati yoğunlaştırma sorunları,

d. Görünen her durumun gerçek dışı görünmesi,

e. Duyguların taşlaşması (küntleşme) ve kısa süreli şok durumu yaşanmasıdır.

2. Tepki dönemi: İki ile altı gün sonrasında görülmeye başlamaktadır.

a. Duygusal karmaşalar: Kaygı, öfke, sinirlilik, suçlama, güvensizlik, yalnız kalma korkusu duygularıdır.

b. Bedensel tepkiler: Titreme, bulantı, kardiyak sorunları (çarpıntı vs.) ve yerinde duramamak temel tepkilerdir.

3. Zihinsel işlemleme ve olanları düşünme dönemi: Yaklaşık bir haftanın sonunda bu dönem başlamaktadır.

a. Afetzede olayla ilgili konuşmak istemez.

b. Kaybedilenler için yas tutulmaya başlanır.

c. Üzüntü ve özlem gibi güçlü duygular yoğun olarak yaşanabilir.

d. Hafıza ve odaklanma sorunları oluşabilir.

e. Kişiler arası ilişkilerde öfke hali ve çatışmalar yoğun olarak yaşanabilmektedir.

4. İyileşme ve yeniden uyum dönemi: Afet durumu üzerinde fazlaca zaman geçmiştir ve artık yaşama uyum sağlama dönemi başlamaktadır.

a.Direnç gösterme yavaşlar ve yaşama uyum gösterme davranışları görülür.

b.Duygusal iyi hissetme yaşanır ve gelecek planları kurulmaya başlanılır.

c.Yaşanılan afet anıların bir parçası olur ve zihni ilk zamanlar gibi yoğun olarak meşgul etmez.

Ancak afet sonrası oluşan travma dönemi bütün bireylerde benzer şekilde görülmemektedir. Bazı bireyler direnç gösterebilir ve yaşanılan yoğun stres ile olaylar inkâr edebilir, bastırılabilir veya farklı savunma mekanizmaları ile bilinç düzeyinden uzaklaştırılabilir.

Tam da bu noktada sizlerle biz yetişkinler ve henüz bu olayın ne demek olduğunu bile tam olarak anlayamamış çocuklar için çözüm odaklı birkaç bilgi paylaşacağım. Anne ve babalar depremin etkisiyle oldukça büyük tepkiler verince çocukların da en güvendiklerini bile bu denli korkutabilen bir şeyin oldukça etkili ve her an saldırmaya hazır bir düşman olarak görmeleri oldukça normal.

Peki ne yapılmalı?

Öncelikle çocuklara, kendimizin olabildiğince en sakin haliyle durumu anlamalarına yardımcı olabilecek somut bir açıklama yapmalıyız.

Süreklilik ve bütünlük duygusunu yeniden onarabilmek adına küçük ama gerçekleştirebileceğimiz sorumluluklar edinmek (ailecek yürüyüş yapmak gibi),

Sosyal bağları kaybetmemek, sevilen ve güvenilen gruplarla yeniden temasa geçmek,

Anormal durumlar karşısında verilen tepkilerin normal olduğunu hatırlayarak duygularımıza ve bedenimize kulak vermek, neye ihtiyacımız olduğunu (sessizlik, müzik, kitap okumak vs.) fark etmek için çabalamak oldukça önemlidir.

Daha önce deprem stresine yönelik Japonlar tarafından keşfedilen bir terapi ekolünün temellerini en yalın haliyle anlatmak gerekirse; davranışlarımızı belirleyen kavram duygularımızdır. Duyguların farkına varmak ve bu duygulara yol açankoşullarındeğiştirilebilir olup olmadığını anlamaktır. Değiştirilebilir koşulları değiştirip, değiştirilemeyecek olanları kabul etmek gerekir. Bu ise ancak, yaşanan ana ciddi bir odaklanma ve yapılması gerekenleri yapmakla olasıdır. Olumsuz duygulara odaklanarak bencilce geri çekilmek yerine sorumlulukların üstlenilmesi gerekir. Adına Morita dediğimiz bu terapi ekolü, yaşamsal zorluklar karşısında verilen sıkıntı tepkilerinin, depresyon, panik atak, bağımlılık vb. olarak karşımıza çıktığını savunmaktadır.

Not: Deprem gibi büyük travmatik olaylara yönelik en etkin terapi yöntemi “EMDR” (Göz Hareketleriyle Sistematik Duyarsızlaştırma ve Yeniden Yapılandırma) olarak bilinmektedir. Depremzedelerin fotoğraflarını bilhassa çocukların fotoğraflarını paylaşmak hem bireyleri hem de toplumu derinden sarsmaktadır izin almadan yapılan paylaşımlar psikolojik sağlamlığa zara vermektedir.

Editör: Yunus Yasak