Petrol-İş Sendikası Şube Başkanı Mustafa Tekik, Demokratik açılım’dan, Kürt meselesine, Batman’ın sorunları ve Ergenekon soruşturmasına kadar birçok hassas konuda çarpıcı analiz ve açıklamalarda bulundu.
Tekik, yürütülmekte olan Ergenekon soruşturmasının Fırat’a inmesi durumunda kıyamet kopacağını belirterek, “Ergenekon soruşturması Fırat’a inerse Kıyamet kopar; eski ve çürümüş olan hangi konu, olgu ve kişi varsa yüzleşilip hesaplaşılır ve yeni bir dünya (Türkiye) kurulur. Tabi bu olması gerekendir. Çünkü “bizim ellerde” çok büyük suçlar işlendi” dedi.
Petrol-İş Sendikası Şube Başkanı Mustafa Tekik’in açıklamaları çok tartışılacak ve gündem belirleyecek. Tekik, ütopyasındaki Türkiye için, “Thomas More’ un “utopia”sı gibi diyeceğim ama adı üstünde ki ütopya… Belki Sezai Sarıoğlu’ nun “düşyalısı” olarak da nitelenirim ama herkesin eşit olduğu, devletin değil de vatandaşın kutsal olduğu bir ülke düşlüyorum” diyor.

--- Batman’ı Kent Olarak Nasıl Görüyorsunuz?
Batman’ı, insanlarının saflığı ve aydın oluşu bakımından çok seviyor ve beğeniyorum. Ancak aynı beğeniyi kentsel altyapı olgusu, sosyo- ekonomik gelişmişlik ve “marka” kent olma bakımından, gösteremiyorum. Zira Batman çok yeni bir yerleşim alanı olmasına karşın, plansız ve orantısız büyüdü ve henüz kentleşme sürecini tamamlayamamış, kır- kent yaşayış biçimlerinin iç içe geçtiği, zaman zaman çatıştığı obez bir köy görünümünde. Kadim bir tarihi ve köklü bir kent kültürü yok ama iyi bakılması gereken bir fidan diyebiliriz Batman’a. Köy boşaltmalarından kaynaklı yoğun göç, kıra dayalı yaşayış ve üretim biçimini kente taşımış ve doğal olarak da Batman, eklektik bir yaşam alanı olmuş. Dört başı mamur bir kent olmanın kriterlerinin, endüstriyel gelişim- sermaye birikimi, kültürel- sanatsal aktivite yoğunluğu ve tarihi-turistik altyapı olduğu düşünüldüğünde Batman’ımız için “güçlü bir kentleşme iddiası olan” şehir tanımını yapabiliriz.
--- Sizce Batman’ın öncelikli sorunları nelerdir?
Herkesin hemfikir olduğu birkaç sorunumuz var …Örneğin “iluh deresi”…Batman Çayı’nın tahkimat sorunu… Yoğun hava kirliliği… İşsizlik… Batman Çayı’nın berisinde bulunan yirmi küsur köyün ilimize henüz bağlanamamış olması…Kürt Sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklı diğer sosyo- kültürel ve sosyo- ekonomik sorunlar…
--- Öncelikli sorunlara ilişkin çözüm önerileriniz nelerdir?
Bir kere “İluh Deresi’nin” ıslahını kesinlikle öncelikli sorun olarak görüyorum. Sadece derenin ıslahı da yetmiyor, çevresinin de hem mimari açıdan hem de altyapı bakımından yeniden düzenlenmesi gerek. Tabi tüm bunlar da makro bir plan ve makro bir bütçe gerektiriyor. Batman Çayı’nın sağlı sollu tahkimatı ve ardından ağaçlandırma yapılması, yürüyüş ve koşu parkurlarının düzenlenmesi müthiş bir proje olacaktır. Batman Çayından söz etmişken belirteyim, hemen ötesindeki yirmi küsur köy konusuna değinmemiz gerek, zira o köylerin halen Diyarbakır’a bağlı oluşu, Batman’ın bir ayağını alil kılıyor, Batman o yöne doğru hiçbir gelişim gösteremiyor. Kanımca o köylerin ilimize bağlanması, orantısız gelişimi bir nebze de olsa engelleyecektir. İşsizlik olgusu ülkesel gerçekliğimiz ama ilimiz açısından daha da yakıcı. Biliyorsunuz, son on beş yılda “marka kentler” oluştu Türkiye’de. Kayseri, Gaziantep, Konya gibi. Bu iller hem sermaye birikimleri hem de jeo- stratejik konumları gereği hızlı ve dengeli bir gelişim gösterdiler. Ama ilimiz için aynı şeyleri söylemek mümkün değil. Zira özel sektör ve sermaye, stabil ortamı sever. Bu yüzden de Devletin yatırım yapması şart, sosyal devlet, “maliyeti” değil de “sosyal maliyeti” esas almalı ve “zarar ediyorum” dememeli. Bunun gereği de T.P.A.O gibi kuruluşlara süratle işçi alımı yapılması. Tabi bu noktada TÜPRAŞ’a ve KOÇ Holdinge de büyük işler düşüyor, rafineriye Devletin teşvikleriyle de olsa ek üniteler (beyaz mahsul ünitesi gibi)mutlaka kurulmalı. Daha önce de belirtmiştik, ilimiz ekonomisi hizmet sektörüne dair yatırımlara doydu. Mesela petrole ve türevlerine özgü yatırımlar yapılabilir Devletçe, Petro- kimya tesisi, lastik (araba) ve plastik fabrikaları kurulabilir. Bunları söylerken küçük ölçekli özel işletmelerden sözetmiyorum. Tamamen entegre ve insan onuruna yakışır bir yaşam sunacak fabrikasyondan bahsediyorum. Hiç kimse “pazar yok” falan gibi bahaneler uydurmamalı, zira Batman, İran, Irak, Suriye sınırlarına üç saat mesafede bir kent. Kürt Sorunundan kaynaklı sorunlar var, değineceğiz bunlara da.
--- Batman’ın tanıtımı için neler yapılabilir?
Öncelikle “Batmanlılık” diye güçlü bir aidiyet duygusunun yerleşmesi gerek. Batman’ı, ilde yaşayan insanları sevmek, bağlı olmak, hizmet aşkı bağlamında vurguluyorum. Güçlü bir aidiyet duygusu, beraberinde “lobiyi, lobiciliği” de getirecektir. Batman Kent Konseyi bu anlamda kurumlaşmalı ve esasen ilimizde her kesimin içinde yer alacağı bir “fikir kulübü” mutlaka kurulmalı. Eski Yunan sitelerindeki “agora” tarzı bir çalışma ve kentimizin “düşünsel, endüstriyel, tarımsal, kültürel ve sportif” örgüsünü örecek bir vizyoner kurumlaşma tanıtımın güçlü dinamiği olur.
--- Batmanlı işadamları üzerlerine düşeni yapıyorlar mı?
Batmanlı işadamlarının iyi niyetli bazı çabaları var mutlaka. Ama salt market, hastane ve benzinlik açmak; ildeki işsizlik sorununa, çalışanın normatif bir yaşam standardına kavuşmasına ve Batmanımızın bir “marka kente” dönüşmesine cevaz veremeyecek ölçekte. İşadamlarımızın çoğu yurdun başka bölgelerinde müteahhitlik işleri yapıyorlar ama bunun ne ilimize ne de insanımıza pek bir yararı yok. Kaldı ki “müteahhit işçiliği, taşeron işçiliği” bırakın müreffeh bir yaşamı, karın tokluğuna yaşamayı bile sağlayamayacak bir çalışma biçimi. Bundan dolayıdır ki işadamlarımızın entegre ve istihdam yönü gelişkin makro yatırımlara yönelmeleri gerek.
--- Batman siyasetini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Batman siyasetini bir “buz pistine” benzetiyorum... Acemi birçok kişinin buz pistine çıktığını düşünün. Düşenler, sendeleyenler, kayanlar… Seyirciler de var tabi, gülen sevinen, üzülen… Kimse alınmasın ama ilimiz siyasetine “cahil kurnazlığı” egemen. Yetkin, halkçı ve dürüst pek çok arkadaşımız, arkalarında herhangi bir grup vb. olmadığı için evinde otururken, aşiret, sermaye gibi belirli güçleri arkasına alan birçok vasat kişilik, politik arenada boy gösterebiliyor. Bu da çok üzücü elbette. Batman müthiş politik, kültürel ve ekonomik rezervleri olan bir kent. Bu rezervleri işleyebilecek politik kadroları da olmasına karşın bir “sen, ben” kavgası sürüyor yıllardır. Batman siyasetçisinin hem yerel ölçekte ilimize hem de genel olarak ülkemize dair politik eksenlerinin, kimliksel ve inançsal özgürlük talebi ve “iş, eğitim, sağlık hakkı” gibi sosyal eksenler olmaları gerekirken, hala “tayin, atama vb” işlerle uğraşılması oldukça uğursuz işler.
--- Petrol – İş Sendikasının kaç üyesi var? Üyelerinize ne gibi kolaylıklar sağlıyorsunuz, üyeleriniz için neler yapıyorsunuz?
Sendikamızın yirmi üç bin, Batman şubemizin de iki bin beş yüz üyesi var. Son yıllardaki özelleştirmeci, taşeroncu hükümet politikaları ve işçi sınıfına yönelik “kemer sıktırma” siyaseti yüzünden üyelerimiz ciddi ekonomik sıkıntılar yaşıyor. İnsanlar petrol işçisinin çok iyi yaşadığını sanıyor ama gerçek böyle değil. Bir kere petrol sektöründe, dünyadaki en düşük ücretleri Türkiye petrol işçisi alıyor. Petrol sahalarında, rafinerilerde çalışan üyelerimiz her gün onlarca kimyevi madde ve zehir soluyorlar. Tüm bunları düzeltmeye uğraş veriyoruz. Üyelerimizin işverenle olan sıkıntılarında mutlaka mevcut sorunu çözmeye ve olası haksızlıkları çözmeye çalışıyoruz.
--- Sendikanızı bazen siyasi açıklamalar yaparken de görüyoruz, bunu nasıl değerlendirirsiniz?
Sendikaların, odaların, vakıfların ve diğer sivil girişimlerin toplumsal sorunlara duyarsız davranması düşünülmemeli... Zira toplumsal taleplerin sözcülüğünü ve Devletin, yurttaşı ilgilendiren her konudaki kavram belirleme sürecinin manipülasyonunu bizim gibi meslek örgütlerinin ve STK’ larının yapması gerek. Bu arada önümüzdeki hafta Genel Başkanımız Sayın Öztaşkın’la Fransa’ya Paris’e gidip EMCEF (Avrupa petrol kimya lastik işçileri sendikası) genel kuruluna katılacağız, Kongrede Batman işçimizin durumunu ve sorunlarını aktarma olanağı bulacağız.
--- Petrol - İş Sendikasının kadın kolları var mı? Varsa ne gibi etkinliklerde bulunuluyor?
Sendikamızın tüzüksel durumundan dolayı “kadın kolları” resmi anlamda kurulamıyor. Ancak yönetimimiz göreve geldikten sonra, toplam sayıları yüzü bulan kadın üyelerimizin çoğuyla görüşüp sendikal çalışma ve süreçlerin tümüne etkin katılım önerisi götürdü. Bir tohum attığımızı düşünüyorum ancak bunun henüz istenilen düzeyde olmadığını biliyorum. Kadın üyelerimiz ve bizatihi kadın cinsi, bir çok konuda erkekten çok daha duyarlı ve çok daha hümaniter ama sesi erkeğinki kadar “gür” değil maalesef. Mesela geçenlerde kadın üyelerimiz, çocuk esirgeme kurumundaki yavrularımıza, kendi aralarında topladıkları paralarla onlarca bisiklet aldılar, kimseye de duyurmadılar. Bu kutsal bir “farkındalık duygusudur”. Buradan hepsine saygılarımı iletiyorum.
--- Kürt sorunuyla ilgili anlatmak istediğiniz hususlar var mı? Kürt sorunu sizce neden çözülemiyor? Bu sorunun çözüm yolları sizce nelerdir?
Kürt Sorunu maalesef ki çok kadim bir sorun… Bunun böyle oluşunun en büyük nedeni de tarihsel anlamda da güncel anlamda da bu sorunun uluslararası bir nitelik arz etmesi… Türkiye bağlamında ele alacak olursak; Kardeş Türk Halkında, en kutsal varlığın Devlet olduğuna dair mutlak bir yargı söz konusu. Buna göre kardeş Türk Halkı, 16 devlet kurmuş, bu devletler üç kıtaya yayılmış ve bir zamanlar neredeyse Dünyaya hükmeden Türk Devletleri yıkılırken, geriye bir imparatorluğun küllerinden Türkiye Cumhuriyeti Devleti doğmuştur. Ve gene bu hissiyata göre “devletimizi” yıkmak için yedi düvel bir olmuştur. Türk Toplumuna bu psikolojinin egemen olmasında Devlet Bürokrasisinin ve Türkiye basınının çok büyük etkileri olmuştur. Oysaki bu psikoloji, en azından günümüz itibariyle, süratle sağaltılması gereken bir psikolojidir. Zira Kürt Halkının ve diğer etnik ya da dinsel aidiyetlerin “ülkeyi bölmek” gibi bir “derdi” veya özlemi yok denecek kadar azdır. Değişik platformlarda da belirtmiştik, empati kurabilme yetisi, Kürt Sorunu da dahil, ülkedeki pek çok sorunun çözümünde katalizör rolü oynayacaktır. Yani özcesi, Bulgaristan’daki soydaşlarımız için talep ettiğimiz anadilde eğitim hakkını, Türkiye vatandaşı Kürtler için de rahatlıkla talep edebilmeliyiz. Sosyolojik ve politik bir sorun olan bu sorunun, salt militer yöntemlerle de çözülemeyeceğinin kesinlikle anlaşılması lazım ayrıca. Sorunu sadece “işsizlikten, açlıktan” kaynaklı bir asayiş meselesi olarak gören zihniyetin de “titreyip, kendine gelerek”, bu sorunun bir kimlik sorunu olduğunu kabul etmeleri ve buna mukabil çözümler üretmeleri gerektiğini belirtmek istiyorum. Bu çözümler de öyle üç bilinmeyenli denklem misali değil elbet. Anadilde eğitim, örgütlenme ve ifade özgürlüğünün yasal ve anayasal güvence altına alınması ile yerel yönetimlerin güçlendirilmesi, sorunu en azından yakın gelecek açısından çözmeye yetecektir.
--- Bir Kürt aydını olarak Kürtlerin bu konudaki pratiği hakkında neler düşünüyorsunuz?
Düşük Yoğunluklu da olsa “savaşların, çatışmaların” yaşandığı süreçlerde, kişilerden “akil ve mantıklı” davranmalarını beklemek bana göre çok iyimser bir beklenti. Bundan dolayıdır ki çatışmalı ortam sürecinde karşılıklı hatalar, eksiklikler yaşandı. İlimizde beş yüz faili meçhul cinayetin işlenmesi, kaybedilen insanların varlığı, yakılan köyler gerçekliği insanların yüreklerinde onulmaz yaralar açtı. Tabi emekçi Anadolu çocukları da binlerle ifade edilen sayıda yaşamlarını yitirdiler ve aileleri derin acılar yaşadı. Bu noktada Aydın olma sorumluluğu barışçıl, hümaniter ve empatik davranmayı salık veriyor. Ama ne aydınlarımız, ne basın ne de sair sivil alan, üstlenmeleri gereken birleştirici rolü oynayamadı yıllarca. Oysa Edward Said gibi, Jean Paul Sartre gibi aydın yürekler var bildiğimiz gibi. Aydın, hiçbir yere angaje olmamış, bağımsız düşünebilen ve düşündüğünü cesurca ifade edebilen kişi olduğuna göre iş, aş ve benzeri kaygılarımızdan sıyrılarak “doğruyu, sadece doğruyu” korkusuzca söyleyebilmeliyiz. Yitirdiğimiz her bir CAN, kardeşlik ormanımızdan eksilen bir fidan misali… Hepimizin özeleştiri de bulunabilmesi gerekiyor.
--- Ergenekon soruşturması hala sürüyor, mutlaka izliyorsunuzdur. Sizce bu soruşturma Fırat’ın Doğusuna inerse ne olur?
Kıyamet kopar; eski ve çürümüş olan hangi konu, olgu ve kişi varsa yüzleşilip hesaplaşılır ve yeni bir dünya (Türkiye) kurulur. Tabi bu olması gerekendir. Çünkü “bizim ellerde” çok büyük suçlar işlendi. Basına yansıyor, asit kuyuları, toplu mezarlar vb. Bu ülkede geçmişle yüzleşilmediği sürece arınma yaşanmaz. Binlerce faili meçhul cinayet işlendi, yüzlerce “politik kayıp” olayı var. Bunların failleri ortaya çıkarılıp cezalandırılmadıkça hangi insanın vicdanı rahatlar? Eğer yeni, çağdaş, adil bir Türkiye yaratımı isteniyorsa, bunun bir “devlet politikası” olarak ortaya çıkması ve taa Sabahattin Ali’den hatta Mustafa Suphi’lerden başlanarak kimlerin ne “herzeler” yediği ortaya çıkarılmalıdır. Yoksa ordu içinden anti- emperyalist yönlü değil de salt ulusalcı birkaç emekli subayın teşhir edilerek ABD’ nin memnun edileceği bir “Ergene-con” operasyonu göz boyamadan ibaret olacaktır.
--- İdealinizde nasıl bir Türkiye var?
Thomas More’ un “utopia”sı gibi diyeceğim ama adı üstünde ki ütopya… Belki Sezai Sarıoğlu’ nun “düşyalısı” olarak da nitelenirim ama herkesin eşit olduğu, devletin değil de vatandaşın kutsal olduğu bir ülke düşlüyorum. Fransız Devriminin L’egalite, La liberte ve fraternite üçlüsünün egemen olduğu, “dağlarına baharın geldiği”, fabrikalarında kardeşliğin hükmünün sürdüğü, emeğin kutsandığı bir ülkem olmalı. Hiç kimsenin inancından, fikir ve zikrinden ötürü ötekileştirilmediği, çocukların polise taş attı diye onlarca yılla cezalandırılmadığı ve dahası “polise taş atma” olayının yaşanmayacağı bir Türkiye… Hikmet Çetinkaya’nın Ege’ye biraz ara vererek Kürt illerine gelip mürekkebini “bizim eller” için de harcadığı bir ülke… Hiçbir gencimizin karın tokluğuna ve güvencesiz çalıştırılmadığı ve adı ŞERZAN diye kimsenin katledilmediği bir coğrafya benim idealim.
--- Demokratik açılım bitti mi sizce?
Demokratik açılımın başladığına inanmadığımdan bittiğini de düşünmüyorum. Ama kısaca şunları belirtmek isterim; Tasfiye etme arzusu, mutlaka bir dirençle karşılaşır. Bu hem fiziksel hem de psikolojik bir kuraldır. “Zamanın ruhu” duygusal değil rasyonel davranmayı ve herkesle müzakere etmeyi emrediyor. Tabi çekilen acılara “ya basta” denecekse.
--- Kendinizi nasıl tanımlarsınız?
Kendimi tanımlamıyorum. Tanımsız ve bitimsiz bir sevgiyle Halkımı ve insanlarımı sevdiğimi biliyorum. Ancak şu kadarını söylemek isterim; vicdanı ve hüznü, ruhumdan ayırmayan biri olduğumu düşünüyorum. Pesimist ölçülerde olmasa bile melankolik bir yönüm var diye düşünüyorum.
--- İletmek istediğiniz bir mesaj var mı?
Yaşasın insanların ve halkların eşitliği demek istiyorum ama henüz bu yaşaması gereken olgu doğmadığı için “Doğsun insanların ve halkların eşitliği” diyorum.