Ana akım medya diye tabir edilen konvansiyonel basın, yani gazete ve televizyonlar çoğunluğun sesi olmaktan öte muktedirlere daha yakın bir duruş sergilerken (Taraf Gazetesi hariç) sosyal medya olarak niteleyebileceğimiz twitter, facebook, bloglar gibi yeni nesil iletişim ve paylaşım imkânları kişilere seslerini duyurabilecekleri geniş bir alan sunabilmektedir dijital ortamda ve nette.
Arap Baharı bunun en güzel örneğidir. Ülkenin büyük gazete ve televizyonları böylesi bir toplumsal depremi geniş halk yığınlarına ulaştırır mıydı sanıyorsunuz? Sansürler, saçma sapan TV dizileri ve futbolla olay sabote edilmeye çalışılırdı.
İşte tam da burada sosyal medya devreye girdi. Sosyal paylaşım sitelerinde aktivistler bir yer belirleyip bir anda organize olabiliyorlardı.
Yazılı ve görsel medya bunu yapabilir miydi? Çok zor. Ülkemizden dem vuracak olursak yerel basın bırakın bir ülke hükümetiyle dans edebilmeyi, basın ilan kesintisi ile dahi tehdit edilebilecek derecede zayıfken, bu çok zor.
Aynı şekilde ülke çapında yayın yapan TV ve yaygın basında aynı şekilde bir yerden sonra hükümetlerle ciddi bir rekabetten uzak durmayı tercih edebilmişlerdir.
Basın tam olarak işlevini yerine getiremediğinde, basın emekçileri görevini layıkıyla yapamadığında veya engellendiğinde işte o zaman o ülkenin demokrasi karnesi kırıklarla dolu olur. Kırıklarla dolu bir karne sizi dünyada yüceltmez, düşürür.
Mesela kırık karneli bir Türkiye ne demektir, ona bakalım.
Yorumsuz bir şekilde okuyucu ile paylaşıyorum.
-1980 yılında DİSK kurucu başkanı Kemal Türkler vurularak öldürüldü. Katil zanlısı olarak Bahçelievler katliamı hükümlüsü Ünal Osmanağaolu yargılandı. Ancak 2012 yılı itibariyle bu dava ZAMAN AŞIMINDAN DÜŞTÜ
- Sivas Madımak’ta yakılan 35 insan. 1993’ten beri süregelen mahkeme zanlıların adreslerini tespit edememesinden ötürü karara bağlanamadı. Bu dava da ZAMAN AŞIMINDAN DÜŞTÜ
-2004 yılında meydana gelen ve 41 kişinin öldüğü hızlandırılmış tren kazası davası ZAMAN AŞIMINDAN DÜŞTÜ
-30 yıllık DEV-YOL davası ZAMAN AŞIMINDAN DÜŞTÜ
Şimdi yoruma geçiyorum.
En basit bir adli olayda bile savcılar olaydan hemen sonra “keşif” yaparlar. Alın size keşif; Engin Ceber Metris Cezaevinde öldürüldükten tam dört yıl sonra keşif yapıldı. Ne delil kaldı, ne parmak izi. Buyur buradan yak.
Zaman aşımından düşen her bir dava vicdanlarda bir sızı ve dünya çapında kara bir leke olarak duracaktır. Yapanın yanına kar kalan zaman aşımı, demokrasi ile yönetilen bir ülkede olmaması gereken bir uygulamadır ama bizde maalesef vardır.
Bu ülkenin kaderi midir bir ileri iki geri gitmek, bilinmez. Tam şimdi oldu derken birde bakıyorsunuz ülke olarak sınıfta kalmışız.
Sınıfta kaldığımız “zaman aşımı” konularına yukarıda zaten değinmiştim.
“Şimdi oldu” dediğim konuya da bir örnek vermek isterim;
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez 32 yıl aradan sonra askeri darbe yapanlar yargı karşısına çıkarıldı.
Özlük haklarının iyileştirilmesi için Astsubaylar Subaylara karşı “kazan kaldırdı”
Yani demem o ki, bu ülke bir gariplikler yurdudur. Güzel şeylerde olmuyor değil.