Faruk BİLDİRİCİ 

Bilmem sizin de dikkatinizi çekiyor mu? Televizyonlardaki tartışma programlarına çıkan insanların büyük çoğunluğu birbirlerini dinlemiyorlar. Daha çok kendi konuşmalarına odaklanıyor, o yüzden de birbirlerini anlamıyor; birbirlerinden öğrenmiyorlar.

Zihin açan sohbetler için samimi, değişime ve öğrenmeye açık, karşısındaki insanın ne söylediğini gerçekten anlamaya çalışan insanlar gerekli. Sadece kendi konuşmasına, kendi söyleyeceğine odaklanan insan, pencereleri kapalı eve benzer. O insanların da zihin pencereleri kapalıdır.

Ben şanslıyım. Batman’da zihin pencereleri açık insanlarla yüzleştim.

17 Ekim’de bu kentteydim.

Batman Gazeteciler ve Yayıncılar Cemiyeti Başkanı ve Batman Çağdaş’ın Yazı İşleri Müdürü Arif Arslan’ın organize ettiği “Gazetecilik ve siyaset” konulu panele katıldım.

Gazeteci arkadaşlar Latif Yıldız ve Nihat Ekinci ile birlikte günümüzde siyaset gazetecilik ilişkisi üzerine ufuk turu yaptık.

Barış gazeteciliğinin ülkemiz için ne denli gerekli olduğunu anlatırken, 1990’lara kadar uzandım. O yıllarda yapılan çatışmacı gazeteciliğin verdiği zararlara değindim. Barış gazeteciliğinin iki tarafın da acı, beklenti ve görüşlerine aynı özenle yaklaşması gerektiğini dile getirdim.

Ardından soru yağmuru ile karşılaştım. Sorular, insanların medyayı ne kadar yakından izlediğini gösteriyordu. Ama ana akım medyadaki haberciliğe Batı’da görülenden farklı açılardan baktıklarını da gösteriyordu. Medya kuruluşlarını, bölgede yaşananlar, Kürt sorunuyla ilgili gelişmeler ve PKK’nın eylemlerinin haberleştirilme tarzı üzerinden değerlendiriyorlardı.

Üstelik artık eskisi gibi Türkiye ve dünyada olup bitenleri öğrenebilmek için sadece ana akım medyaya bağlı değillerdi. Yerel gazeteler, internet siteleri, radyo ve televizyonlar ile haber kaynakları çeşitlenmiş; bir Kürt medyası da oluşmuştu. Kürtçe yayın yapan televizyon sayısının 10’un üzerinde olması bile bu konuda yeterli fikir vermeye yeter sanırım.

Yine de ana akım medyaya yönelik beklentileri, umutları tükenmemişti. Öyle olmasa, “Yine gazeteler barış dili kullanılmıyor” diye yakınmaz; medyaya yönelik baskıları, saldırıları kınayan sorular yöneltmezlerdi. Medyanın bağımsızlığıyla ilgili sorunlara değinen bir izleyicinin bu yüzden “haberlerin kirlendiğini” söylemesi dikkate değerdi.

Tabii Hürriyet de eleştirildi orada. Fakat açıkça söylemek gerek, geçmiş yıllardaki kadar sert değildi eleştiriler. Eskiye oranla daha sıcak yaklaşılıyordu Hürriyet’e. Bir yandan “Türkiye Türklerindir” logosunun neden hala kaldırılmadığını soruyor, bir yandan da Hürriyet’in son dönemde bölgeyle ilgili haberlerinin daha titiz hazırlandığını vurguluyorlardı. Bir izleyicinin, “Hürriyet’te Kürtçe sayfa yapılması” önerisinde bulunması bile Hürriyet ile ilgili beklentilerini yansıtması bakımından altı çizilmesi gereken bir yaklaşımdı.

Daha önemlisi, panel sonrasında çay bardaklarının hızla boşalıp hızla dolduğu bir ortamda yaptığımız masabaşı sohbetiydi. Hemen belirteyim, Ankara’daki katliamdan her söz açıldığında insanların gözlerinde derin bir hüzün okunuyordu. Bu saldırıdan ve sonra yetkililerin açıklamaları ile güvenlik önlemlerindeki ihmallerden çok etkilenmişlerdi.

Orada gördüm ki, bölge insanı kendisine, HDP ve PKK’ya da eleştirel yaklaşabiliyor. Örneğin son aylarda yaşanan “özyönetim” açıklamalarını ve mahallelere hendekler kazılması sırasında yaşananları sorguluyor. Güvenlik birimlerinin o mahallelerde yaptıklarını eleştirseler de “özyönetim ilanı” ile ilgili sorular sormaktan, kuşkularını dile getirmekten geri durmuyorlar.

Doğrusu benim açımdan öğretici, ufuk açıcı bir sohbetti. Zaman olsa saatler boyu sürmesini isterdim. Gerçek bir beyin fırtınası yaşadım dersem abartmış olmam.

Gerçi konu dışı ama yine de değinmeden geçemeyeceğim. Batman Müzesi’nde kıt olanaklarla ne denli başarılı müzecilik yapılabileceğini de gördüm. Müzedeki eserlerin klasik biçimde sergilenmesiyle yetinilmemiş, çocukların daha kolay algılayabilmesi için bahçeye “yaşayan müze” kurulmuştu. Çocukların tarihi dokunarak, görerek öğrenmesi için oyun parkına benzeyen düzenlemeler yapılmıştı. En ilginci de 5 bin yıl öncesine ait olduğu tahmin edilen, satrancın taşlarına benzeyen taş modellerle kurulan oyun alanıydı.

Bu oyunda kullanılan 37-38 taş tespit edilmiş. Taşlardaki iki ana figür, domuz ve köpek. Farklı renklerde ve geometrik taşlar da var. Henüz oyunun nasıl oynandığı keşfedilememiş ama taşları satranç tahtasına benzer karelerin üzerinde sergiliyorlar. Gerçekten satranç ile bir bağı var mı o henüz bilinmiyor.

Müzedeki kısa gezinti, bu toprakların altında yatan medeniyetleri, köklerimizin ne kadar derinlere uzandığını hatırlattı. Batman’dan bu duygularla ayrıldım. Belleğim yükünü tutmuştu. Müteşekkirim.

Editör: TE Bilişim