GÜNEŞTEKİN’E ÖVGÜ

Ahmet Güneştekin’in Monako’daki ünlü Marlborough Gallery’de açtığı ‘Güneş çemberinin varisi’ sergisi, farklı kültürleri bir araya getirdi. Galeri’nin Türkiye’den gelen tek daimi ressamı olan Güneştekin, Batı’ya sanat ihraç eden bir sanatçımız. Monako Sarayı da resimlerinin peşinde.

Bir ressamdan bahsediyoruz ama o ressamın arkasında iyi bir entelektüel var. Bizim öncelikle yapmamız gereken bu entelektüelin resimleriyle ne mesaj verdiğini anlamak. Bizim büyük bir düşünürümüz var, İbn-i Haldun.

Der ki: “Coğrafya kaderdir.” Kaderini sırtında taşıyan bir entelektüelden, bir ressamdan bahsediyoruz. Batmanlı olmanın kaderini ömür boyu sırtında taşıyacak. Bu sözlerin sahibi Kültür-Turizm Bakanı Ömer Çelik’in…

Konuşmasının Fransızca çevirisi yapıldıktan sonra bir alkış kopuyor... Serin bir Monako gecesi. Hotel de Paris’nin meydana bakan teraslarından birinde sanatçı Ahmet Güneştekin’in onuruna verilen yemek, tıpkı Güneştekin’in sanatında yaptığı gibi beş benzemezi, farklı kültürleri bir araya getirmiş. Ahmet Güneştekin’in Marlborough Monaco’da ‘Güneş çemberinin varisi’isimli kişisel sergisi birçok önemli ismi bir araya getirdi. Ahmet Çalık, Murat Ülker, Demet Sabancı, Zafer Yıldırım, Nilüfer Bulut gözüme ilk çarpanlardan... Ve tabii ki çocukluk arkadaşı Maliye Bakanı Mehmet Şimşek... Serginin başyapıtı “Grimaldi’nin Dört Mevsimi…”


HER ŞEYE RAĞMEN AYAKTA KALANLARDAN 
Kim tanıştırdı Ahmet Güneştekin ile, inanın şimdi hatırlamıyorum. Yıllar önce bir sergisi vardı. Tek hatırladığım onun sürekli anlattığı... Kendini, sanatını, yapmak istediklerini, planlarını... Acelesi var gibiydi, sanki çok ama çok zaman kaybetmişti. Heyecanının coşkusuna kapılıp onu dinlerken gözümün ucuyla motifleri, renkleri sindirmeye çalışırken, aklımda tek bir cümle vardı: “O kadar net, o kadar yalın ve o kadar özgün ki... Kelimelere hiç gerek yok!”

Bir dostu kaleme almak zordur. Ahmet Güneştekin ile ilk cümlemizin üzerinden çok geçti. O benim için ünü ülke sınırlarını aşan ve sanatını hayranlıkla izlediğim, yolculuğuna tanık olduğum bir sanatçı. Ahmet’in yolculuğu ayrıca saygı uyandırıyor bende çünkü bu ülkede herkese ve her şeye rağmen “ayakta kalan”lardan...

Sergi sırasınca Marlborough Gallery’nin Özel Projeler Direktörü’nü “Neden ısrarla Ahmet Güneştekin’i destekliyorsunuz, başka Türk sanatçılar da var” diye sıkıştıran meslektaşlarımı gördükçe bir kez daha mırıldandım kendi kendime: “Ülkemde bir şey olmak zor, çok zor!”

Monako sergisinden bana kalan iki nokta var. Birincisi Güneştekin yurtdışı sergi geleneğinin bozulmaması ve tüm eserlerin satılmış olması. İkinci detayı ise Monako Fahri Konsolosu İlhami Aygün fısıldadı kulağıma: “Bir hafta içinde Prens’in sanat danışmanları katalogdan eser seçmeye gelecek. Hikâyesi olan bir eser talep ediyorlar. Grimaldi’nin Dört Mevsimi yakında sarayda sergilenebilir yani...”

"Kibirli bir kesim var Türkiye’de başarılarımı, aldığım yolu görmezden gelen. Yaptığım işlere mutlaka bir bahane üreten."

BİR DÖNEM KİMLİĞİME KARŞI DURUYORLARDI’

-Monako sergisinin anlamı ne senin için? 
Tarihine baktığım zaman çok enteresan tabii. Bir şövalye ve iki adam geliyor, buradaki küçük bir kaleyi fethediyor sanki dünyanın haberi yokmuş gibi. Ve kendi krallığını kuruyor. Bu başlı başına bir efsane, benim açımdan çok ilgi çekici. 13. yüzyılda geçiyor bu olay ama bugün, 21. yüzyılda en zengin, en havalı, en istikrarlı yerlerden bir tanesi... Grimaldi’nin vârisleri de aynı geleneği devam ettirmiş. Şaşkınlık ve heyecan verici...

-Burada olmak nasıl bir his peki? 
Filmlerden duyduğum bir yerde sergi açıyorum. 2005’ten sonra ancak pasaport alabildim ve geziyorum. Küçük ama zengin bir şehir burası, prestijli bir yer. Ve Türkiye’de bana ve sanatıma uzak duran bir kesimin adeta kalesi...

-Ne demek bu?
Kibirli bir kesim var Türkiye’de başarılarımı, aldığım yolu görmezden gelen. Yaptığım işlere mutlaka bir bahane üreten. Sen de yakından biliyorsun. Bu insanların yılda birkaç kez geldiği, şirket ofislerinin olduğu, vergi muafiyetinden yararlandıkları, hatta kumar oynadıkları bir yer burası. Her ay uluslararası etkinlikler, konserler, sergiler, fuarlar oluyor. Önümüzdeki hafta yat fuarı var. Dünyanın jet sosyetesinin yeri. Siz onların kalesini, yani kendileri onay vermezse kimsenin kolay giremeyeceği bir yeri fethediyorsunuz. Az iş değil tabii. (Gülüyor)

-Sırtlarını çevirdikleri bir sanatçı... 
Hayran oldukları bir vitrinde maalesef beni görüyorlar... (Gülüyor)

-Bu tepki geçecek mi sence? 
Geçmek zorunda.

-Zorunda mı bilmem ama derinleşiyor... Ayrıca bence bu mevzu Kürt kimliğinle de alakalı değil. Ne dersin?
Haklısın. İş etnik kökeni aştı. Öyle bir önyargıları vardı. Bir de yurtdışına açılmaya çalışıp açılamamışların başarısızlık cevabı şuydu: “Asla bizi, Batılı olmayanı ya da Müslüman’ı aralarına almıyorlar.. Hıristiyan ve Yahudi lobileri buna izin vermiyor.” Yo, işte öyle olmuyor. Bunun örneğiyim ben. Marlborough Gallery bu ezberi bozdu.


-Peki şimdi niye sevmiyorlar seni? 
Bir dönem sanatıma ya da kişiliğime laf söyleniyordu. Kimliğime karşı duruyorlardı. Dünyanın önemli koleksiyonlarına girdim ben, dünyanın en saygın ülkelerinde bienallere... Bunlar onları zor durumda bırakıyor. Pek konuşamıyorlar; “Dünya aptal da, siz mi akıllısınız” cevabıyla karşılaşmamak için herhalde. (Gülüyor)

-Sadece PR sanatçısı olduğunu söyleyenler de var. 
Dünyada çok önemsenen 500 koleksiyoner var. Her sanatçının hedeflediği, dikkate alınan... Aralarında Türkler de var. Küçük sayılmayacak bölümüne girdim o listenin. Ayrıca 200 küsur uluslararası koleksiyondayım. Bunlar sadece PR ile olur mu? Dünyada benimle aynı önemde galerilerde temsil edilen sanatçılar var ve onlar benden çok daha popüler. Ben 60 kişilik bir ekiple çalışıyorum, onlar en az 150. Bu işin gereği budur, dünyaya açılıyorsan kenara çekilip beklemeyeceksin.

PARASIZ SANAT ARTIK MÜMKÜN DEĞİL’

-Para olmadan sanatın tutunması zor mu yani? 
Çok zor. Türkiye’de ben hiçbir galeriyle çalışmıyorum. Olması gereken sistemi kurdum. Hayran oldukları, Tanrı gelmiş gibi sanatçı karşılayan bu kibirli kesim, neden görmüyor ki gelen o sanatçı da benim 10 katım PR yapıyor ve onlar da o PR’a ortak oluyor. Dünyada bu iş için geniş bütçelerin harcandığını biliyorsun da Türkiyeli bir sanatçı bunu yaptığında niye hazmedemiyorsun?

-Parayla ilişki mi rahatsız ediyor?
Para olmadan artık sanat yapmak mümkün değil, iki tuvalle kendini gösteremezsin. Keşke imkânım olsaydı da kavramsal işlere el atabilseydim, meydanlara dev eserler yapabilseydim. Bunlar ciddi bütçeler gerektiriyor ve ben henüz o seviyede değilim. Ama bende potansiyel var, onu da yapacağım.

-Seni kabul etmeyen, sırt çeviren sanat çevrelerini ve sermayeyi bir kenara ayırırsak, başka yolları da var mı?
Var tabii. Batı çok ileride zaten. Amerika’ya gelince...1960’larda Kennedy sayesinde bir yasa çıkıyor ve kendi ülkesinden çıkan sanatçıları destekleyecek işadamlarına vergi muafiyeti getiriyor. Tamamını vergiden düşüyor. O destek Amerikan sanatının dünyayı ele geçirmesini sağlıyor. Dünyanın 60-70 yıl önce tükettiği sanatı biz kopya etmişiz. Bugün dünya sanat tarihinde yerimiz sıfır. Şimdi yeni jenerasyon sanatçılarımızla Batı’ya ve dünyaya açılıyoruz. 20-25 sanatçıyız. Yeni bir sermaye de itibarın sanat olduğunu fark etti. Çoktan bu işin farkına varmış o kibirli kesimden bahsetmiyorum elbette, ben yeni yeni bu işe girenlerden bahsediyorum.

-Çin bu işi iyi yapıyor galiba?
Hem de ne iyi. Devlet politikası haline getirdiler. Çok büyük bütçeler harcıyorlar kendi sanatçıları için. Gümbür gümbür geliyorlar. O yüzden bize destek veren sermaye benim için çok kıymetli. Bakanların burada oluşu da. Ahmet Çalık’ın vizyonu, omzuma koyduğu o dost el; Murat Ülker’in desteği benim için çok önemli. Bir işadamı düşünün onca yoğunluğunun ortasında rotayı bir günlüğüne olsa da sergime çevirmiş. Bu iş fermanla, hatla, ebruyla olmaz artık. Dünyanın hangi ülkesi 700 yıl önce yaptığı şeyi ülke ülke dolaştırıyor; “Müzelerim var gel gör” diyor.

-Sen ne söylüyorsun peki? 
Geldiğim çoklu kültürden herhalde Balçiçek, onlara yeni bir şey vermiyorum onların içinde büyüdüğü, atalarından kalan, onlara ait bir şeyi, bu çağın araçlarıyla veriyorum. Ben bu çağın sanatçısıyım. Çağa paralel o kültürel kod önemli ondan korkmayın kaçmayın. Batı’ya bakmayın diyorum. Batı’yla bir derdim yok ama bu topraklar beni besliyor.

-Eserlerini en çok Kürtler mi alıyor? Yani Kürt sermayesi mi var arkanda?
Türkiye’de ciddi anlamda bir Kürt sermayesi var. Türkiye’nin en zenginleri arasındalar ama emin ol, o isimlerin yüzde birinde dahi benim eserlerim yok.

-Niye almıyorlar?
Yeni yeni başlıyorlar diyelim. İlk 10 koleksiyonerim arasında hiç Kürt yok, Türk de az var aslında. Ama şunu söylemek zorundayım. Hiç küsmüyorum bunlar arkamdan konuşulduğu için. Çünkü beni bugüne kadar ülkemdeki namuslu Türkler destekledi. Bu insanların hatırına da olsa bu ülkeye küsmem. Ne fırsatlar var önümde, ama niye gideyim? Üç-beş ırkçı kıskanç dilin yüzünden bu ülkenin namuslu insanlarına küseceksem, o benim zayıflığım olur.

Editör: TE Bilişim