Ben, Robin Ataç. Ted Ankara Koleji Özel Ortaokulu’nda 6. Sınıf öğrencisiyim. Sizinle bir yazar ve eğitimci olarak bir toplumun az kitap okuması sorununu ve buna çözüm önerilerini konuşmak istiyorum.

R.A: Sizden kendinizi kısaca tanıtmanızı istiyorum.

Y:E: İnsanın kendini anlatması ve çalışmalarından bahsetmesi çok zor. Benim adım Yavuz Ekinci. Batman’ın Kozluk ilçesinin Yedibölük köyünde doğdum. Türkçe öğretmeniyim ama uzun zamandır da edebiyat ve sinema üzerine çalışıyorum. Yayınlanmış beş kitabım var. Bunlar Meyaserin Uçuşu (2004), Sırtımdaki Ölüler (2007), Bana İsmail Deyin (2008), Tene Yazılan Ayetler (2010), Cennetin Kayıp Toprakları (2012). Bunun dışında dizi ve sinema filmi senaryosunu yazdım.

R.A: Sizce çocukların kitapla arası nasıldır?

Y.E: Bence çocukların kitapla arası iyidir fakat biz eğitimcilerin yanlış yönlendirmesinden dolayı çocukları okumaktan soğutuyoruz. Bunların başında Milli Eğitim Bakanlığı’nın yaptığı 100 temel eser çalışması var. Bu 100 Temel Eser çalışması için kitaplar seçilirken ya da hangi kitaplar okutulacak çalışması yapılırken tahminimce bakanlık hiçbir şekilde bu psikologlarla, eğitimcilere ve çocuklara danışmadı. Bu kitapların birçoğu çeviri kitaplardır. Çevirilerin kimin yaptığı beli olmadığı gibi birçok çeviri baştan savma okunmayacak durumdadır. Bu kitaplar çocuklar için uyarlanırken hiçbir dikkat edilmemiş her yayınevi kafasına göre çevirip bastırıyor. Ben bile bu kötü çevirileri okumakta zorlandığıma göre artık çocukları siz düşünün. Öğretmenlerin, ailelerin yanlış yönlendirmesinden dolayı çocuklar okumayı sevmiyorlar. Öğretmen oluğum için okullarda bende okuma çalışması yapıyorum. Öğrencinin bilgisine, algısına ve zevkine göre bir kitap verdiğim zaman çocuk bu kitabı okuyor. Çocukların kitap okumama sebebi bizim çocukların ilgi ve ihtiyaçlarını gözetmeden onlara kitap iyidir okuyun dememizden kaynaklandığını düşünüyorum. Oysa her çocuk özel ve özgündür.

R.A: Çocuklara hep “Sen bilmezsin, aklın ermez, büyüğe saygı, otoriteye saygı” denerek çocukların kişiliğini büyük ölçüde zedelemiştir. Kitap okumayan çocuk kendini nasıl geliştirecek bilemez. Siz de bu fikre katılıyor musunuz?

Y.A: Ben öncelikle bunlara katılmıyorum. Ebeveynlerin ve öğretmenlerin çocukların da bir beğenesi olduğunu onların da bir dünyası olduğunu kabullenmeleri gerekir. En önemlisi de bizim çocuklara güvenmemiz ve onların tercihlerini dikkate almamız gerekiyor. Bu şekilde davranırsak çocukların kendilerini ortaya çıkaracaklarına inanıyorum. Yıllardır okullarda öğretmenlik yaptığım için bunu biliyorum. Çocuklar aslında çok zekiler, hayal dünyaları çok zengin fakat zaman içerisinde yanlış yönlendirmeler eğitimdeki aksaklıklar derken onların hayal dünyalarını tarumar ediyoruz. Ve en önemlisi onlara güvenmiyoruz.

R.A: Çocuklara hep test çözülmesi öneriliyor. Sizce eğitim modelimizden kaynaklanan sorunlar var mı?

Y.A: Zaten bugünkü çocuklara ve ebeveynlerin tamamının en büyük sorunu ve sorunları bizim eğitim sistemimizden kaynaklanıyor, eğitim sistemimiz tamamıyla test’e dayanıyor bunun yanında başarı ölçmenin tek aracıda hem okulda hem akrabalar içerisinde hem de ailede çözebildiğin test sayısıyla ölçülüyor. Eğer çok iyi test çözebiliyorsan ailede de akrabalar arasında da ve okulda da başarılı sayılırsın. Fakat şunu da çok görüyorum çocuk çok iyi test çözüyor ama iki satırla duygusunu anlatamıyor yazamıyor. Yani sen dün ne yaptın, günün nasıl geçti veya geleceğe yönelik bir düşüncen var mı diye sorduğumda çocuk afallayıp duruyor ama önüne test koy emen çözer. Bir çocuğun başarısı sadece testle ve girdiği sınavlarla ölçülmemelidir. Çocuğun diğer yeteneklerini de ön plana çıkacak çalışmalar yapılmalı. Öğrencilerime bu yıl bir çalışma yaptım. 8. sınıf öğrencilerinin Türkçe dersine giriyorum. Çocuklara “Yaşınızın 2 katını düşünerek nasıl bir gelecek düşünüyorsunuz? ne olacaksınız? Nasıl bir hayat planlıyorsunuz?” diye sordum Öğrencilerin çalışmalarını okuduğumda sadece 3 mesleğin öne çıktığını gördüm. Doktor, öğretmen, avukat… Sanki binlerce meslek onları hiç ilgilendirmiyor. Çocuk çıkıp “Ben sinemacı, tiyatrocu, müzisyen, ressam, futbolcu olacağım.” diyemedi. Bu da tahminimce çocukları yanlış yönlendirmemizden kaynaklanıyor.

R.A: Çocuk Vakfı Edebiyat Okulu çalışmasına göre okuma becerileri açısından otuz beş ülke arasında yirmi sekizinciyiz. Sizce bunu aşmanın yolu nedir?

Y.E: Bunu aşmamızın en önemli yolu ilköğretimden tutun liseye kadar çocukların seviyelerine uygun ve çocukların okuyabilecek kitapları temin etmemiz gerekiyor. Okullarda kullanışlı kütüphanelerin olması gerekir. Kimi okullarda kütüphane var ama çalışanı yok ya da raflar iç okunmayacak ansiklopedilerle dolu. Milli Eğitim Bakanlığı bütün öğrencilere ders kitapları hediye etiği gibi okuldaki kütüphaneler için bir bütçe ayırıp çıkan yeni kitapları aldırtması gerekir. Böylece öğrencinin kitaba ulaşımını kolaylaştırmış oluruz.

R.A: Eğitim Sen’in bir araştırmasına göre öğretmenlerin yüzde sekizi hiç kitap okumuyor, yüzde otuz dokuzu ise bu konuda bilgi vermek istemiyor, yüzde yirmi sekizi ayda bir kitap okuyor. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Y.E: Ya bu durum zaten çevremizde çok belirgin olarak görünüyor. Kitap uzun yıllar boyunca korku nesnesi olarak görüldü. Yani örneğin ben üniversitedeyken okuduğumda eve gittiğimde annem kitaplarımdan korkar çünkü bundan önceki yıllarda amcam kitaplardan dolayı yargılanmıştı. Bir de bize hep kitap okumanın gerekliliği anlatılıyor oysa okumanın hazzı üzerinde durulsaydı insanlar daha çok okurlardı. Okuma hayatın bir parçası olarak algılanması gerekir. Fakat araştırma ne zaman yapılmış bilmiyorum ama bu yıl şöyle bir şey yayınlanmıştı yayıncılar birliği son iki üç yıl içerisinde kitap basım oranının çok çok arttığını söylüyorlardı. Ve orta sınıf dediğimiz ailelerin de artık okumayı ve evde kitap bulundurmayı aslında bir yaşam biçimi haline getirdiğini dile getiriyorlardı.

R.A: Günde ortalama altı saat televizyon izleyen, üç saat internette gezinen bir toplumuz. İnternet insana sınırsız olanaklar sunarken bizim toplumumuzda en çok oyun ve sosyal medya sitelerine giriliyor. Sizce “Kitap okumaya zamanım yok.” denmesi bireysel mi yoksa toplumsal bir sorun mudur?

Y.E: Bence kitap okumaya zamanın yok denmesi bir bahanedir. Eğer okumaya ihtiyaç duyuyorsak zaman diye bir problemin oluşacağını düşünmüyorum. Dediğin gibi televizyona, internete zaman ayırabilen biri isterse okumaya da zaman ayırabilir. Tabi okumanın keyfine varmışsak. Okullarda okumaya ihtiyaçmış veya bir keyifli bir işmiş gibi bakılmıyor. Çocuklara Türkçe sınavlarında paragraf sorularını daha rahat çözersiniz deniliyor. Oysa okuyucu haz ve keyif alırsa okur. Eğer keyif alıyorsa ya da okumaz. Şöyle düşünün: herhangi bir insan futbol oynarken keyif aldığı için oynar. “Ben sağlıklı olayım, benim kilolarım gitsin” diye düşünerek futbol oynamıyor, keyif aldığı için oynuyor. Kitap okumayı da bu minvalde düşünmemiz gerekiyor. Ve bence bu sorun bireysel değil, toplumsaldır.

R.A: Bağımsız Eğitimciler Sendikaları’ndan yapılan açıklamaya göre kitap okuma oranının % 4,5 olduğu Türkiye’de yılda yirmi üç milyon adet kitap basılıyor. Japonya’da bir yılda basılan kitap dört milyar iki yüz milyon. Sizce basılan kitap sayısı yeterli mi yoksa kitaba talep mi yok?

Y.E: Bence basılan kitap sayısı yetersiz. Yetersiz olmasının nedeni de talebin olmamasından kaynaklanıyor. Talep olursa baskı artar. Son üç dört yıldır artık kitapları yüz bin satan birçok yazar var. Böyle bir yükselme var ama. Ama senin soruna vereceğim cevap bence talebin az olmasından dolayıdır. Talep yüksek olursa baskı da artar.

R.A: Türkiye’de kitap okuma konusunda çoğu Afrika ülkelerinin gerisinde kalmış durumda. Birleşmiş Milletler insani gelişim raporunda kitap okuma oranında Türkiye Malezya Libya ve Ermenistan gibi ülkelerin bulunduğu yüz yetmiş üç ülke arasında seksen altıncı sıradadır. Sizce bunun nedenleri nelerdir?

Y.E: Bunun en büyük nedenlerinden bir tanesi alfabe değişikliği ile birlikte toplumun birçoğunun okuryazarlıktan çıkmış olmasıdır. İkincisi, eğitimde uygulanan politikalardır. Bizim şu anki eğitim anlayışımızda kitaba ve okumaya her hangi bir vurgu yapılmıyor. Bizim Türkçe ders kitabındaki okuma metinlerimiz okunamayacak kadar kötüdür. Üçüncü neden ise toplum olarak okumanın gerekliliğine ve önemine inanmıyoruz. Bir diğer neden olarak yıllarca kitap bir suç ve korku nesnesi olarak algılandı. Bu yüzde ülkemizde okuma oranı çok düşüktür.

R.A: Türkiye’de dergi okuma oranı yüzde dört, gazete okuma oranı yüzde yirmi iki, radyo dinleme oranı yüzde yirmi dört, televizyon izleme oranı yüzde doksan beş. Sizce okumaya teşvik anlamında devlet kurumlarına iş düşüyor mu?

Y.E: Bilmiyorum ben yapım olarak her şeyi devlete bağlamak istemeyen biriyimdir. Devlet, yani milli eğitim kurumlarında bunu teşvik edecek çalışmalar hazırlayabilir. Eğitim programı hazırlanırken kitabı ön plana çıkaracak çalışmalar düşünmeli. Bunun yerine sivil toplum kuruluşlarının yapacağı çalışmalar çok önemlidir. Yerel yönetimlerin de bu konuda çalışmalar yapaması gerekir. Ancak eninde sonunda okuma dediğimiz – okuma zor bir uğraştır. Televizyon ve radyo kullanan insanlar aktif değiller, pasiftirler. Televizyon izlerken sadece bakıyorsun, fakat kitapta çok aktif bir durumdasın. Gözünü kapattığın anda artık okuma gerçekleşmiyor demektir. Bunu arttırmanın çok kolay olmadığını düşünüyorum. Çünkü toplumda okumaya karşı ciddi bir eğilim yok. Bunu arttırmak çok çok zordur. En önemlisi ise okullarda bunun olması lazım. İlkokul çocukları, ortaokul çocukları, lise çocukları, geleceğin okuyucularıdırlar. Okumayı bu yaşta yaygınlaştırsak başarılı olabiliriz ve zaman içerisinde okuyan bir topluma dönüşebiliriz. Şunu da çok iyi biliyorum şu an ki sınav sistemi olduğu sürece çocukları okumaya teşvik etmek imkansız gibidir. Çocuğun kafasında sadece “ ne kadar test çözebilirim kaygısı var, başka hiçbir şey yok” Zaten kimse çocuğun ne kadar kitap okuduğuna bakmıyor, kaç tane soru çözdüğüne bakıyor.

R.A: Anne babalar evlerde kitap okuma alışkanlığı için neler yapabilirler?

Y.E: Anne babalar ilk etapta evlerde bir kütüphane veya bir kitaplık köşesi yapmalılar. Evde kitap olunca bir süre sonra merak edip bakıyorsun. Bir evde kitaplık veya kütüphane olması çok önemlidir. Anne, baba ve öğretmenler çocuğa sürekli kitap oku der. Oysa onların kitap okuduğunu gören yok. Bunlar böyle davranırken çocuğun kitap okumayı tercih etmesi çok zor. Belli zamanlarda şöyle bir şey yapabilirler: anne babalar ev içerisinde “hadi birlikte biraz kitap okuyalım? Ne okudun? Nasıl bir şey okudun? Bir saatlik kitap okuyalım” gibi çalışmalar yapılabilirler. Ama bence en önemlisi evin içerisinde bir kitaplığın veya kütüphanenin olmasıdır. Anne ve baba kitap alırken zevkine göre kendine kitap alır gibi çocuğa kitap almamalıdırlar. Çocuğun zevkini isteğini göz önüne alarak ona kitap almalıdırlar. “Şu kitabı okuma, şunu oku” demek yerine okuyacağı kitabı çocuğun seçmesine bırakmalıyız.

R.A: Siz Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülleri, Dikkate Değer Öykü Ödülü (2001), Milliyet Haldun Taner Öykü Ödülü (2005), İnsan Hakları Derneği Öykü Ödülü (2005), Gila Kohen Öykü Ödülü (2005), Yunus Nadi Öykü Ödülü (2008) aldınız. Sizce kitaplarınız yeterli sayıda basıldı mı? Yeterince okundu mu?

Y.E: Yıl içerisinde baktığımda kitaplarım ilk etapta çıktığı zaman çok az basılıp satılıyordu fakat zaman içerisinde baskı sayısı artmaya başladı. Şu andaki durum ve ülkenin durumu karşılaştırıldığında, bence yeterlidir.

R.A: Türkiye’de yazarlara gereken değer veriliyor mu? Herhangi bir kurumdan destek alıyorlar mı? Yazar olarak geçiminizi sağlayabiliyor musunuz?

Y.E: Türkiye’de şu ana kadar yazarlara herhangi bir ekonomik destek veren bir kurum yok. Yazarak geçinebilen çok az yazar var. Fakat önceki yıllara baktığımız zaman ve şu an bir yazar yazarak geçinmesi daha kolay. Bu yıl içerisinde kültür bakanlığı yeni bir kanun çıkarttı. Daha başlamadı ama yasası çıktı. Yazarlar kitapları için kültür bakanlığına başvuracaklar ve onların da oluşturduğu kurulun kararına göre yazara bir fon sağlanacak. Bu uygulama zaten birçok ülkede var. Toplum zaten çok az kişiye değer veriyor. Yazarlara gerekli değerin verildiğini düşünüyorum.

R.A: Siz de “Yazıyoruz ama az okunuyoruz.” diye şikâyet edenlerden misiniz?

Y.E: Yani bu konuda şikâyetçi değilim. İçinde büyüdüğümüz bir toplum, bir de çok yazılmıyor yıl içerisinde toplamda 300-400 tane roman çıkıyor, 100-150 tane de öykü kitabı çıkıyor en fazla 100 tane de şiir kitabı çıkıyor toplamda 1500 kurmaca eser basılıyor. Çok yazılıyor ama az okunuyor yani 80 milyon nüfus var yani bu 80 milyon nüfusun içerisinde 1 yıl içerisinde 1500 adet kitabın çıkması çok değil. Bence az yazılıyor ben daha çok kişinin yazmasını isterdim.

R.A: Okumayı yaygınlaştırmak için çözüm önerileriniz nelerdir?

Y.E: Okumayı yaygınlaştırmanın şunlar yapılabilir; Mahallelerde donanımlı ve zengin kütüphaneler ve okuma merkezleri kurulmalı. Okullarda aktif kütüphaneler açılmalı. Bu kütüphanelerde yeni çıkan, güncel kitaplar bulunmalı. Okumayla ilgili etkinlikler düzenlenmeli. Yazarlar okullara çağrılıp etkinlikler yapılmalı.

R.A: Kitap okuma konusunda çocuklara mesajınız nedir?

Y.E: Çocuklara mesajım hoşunuza giden ve keyif aldığınız kitapları ailelerinizden isteyin. Hoşunuza gitmeyen kitapları okumayın çünkü okuma keyiftir, hazdır.

R.A: Benim size sormamı beklediğiniz ve sormadığım bir soruyu sorup cevaplar mısınız?

Y.E: Söyleşilerde bana sorulmasını istediğim soru yazacağım kitaplarla ilgili sorulardır çünkü yeni projeleri konuşmayı çok severim. Şu an bir roman yazıyorum. Yazdığım bu romanın heyecanıyla yaşıyorum. İçim kıpır kıpırdır. Romanımın adı da Rüyası Bölünenler olacak.

Editör: TE Bilişim