Sosyal devlet vatandaşın her türlü insani ihtiyacını karşılamayı taahhüt altına almıştır. Eğitim, sağlık, güvenlik, kendini ifade edebilme diyerekten örnekleri çoğaltmamız mümkündür.
Gelişmiş ülkeler yukarıda saydığımız örnekleri bir lütuf değil, asli görev bilinciyle yapmaya çalışır. Ancak üçüncü dünya diye tabir edilen ülkelerde kişilerin insafına kalmıştır bu tür imkânlar.
Peki, Türkiye Cumhuriyet bunun neresinde? İnsani değerleri öne alan kıta Avrupası gibi mi işlev görmektedir vatandaşına karşı? Yoksa Osmanlı döneminin padişahları gibi iki dudağı arasında mıdır devletin sınırsız imkânları? Spesifik örnekler verilebilir her iki duruma da ama bence devlet dediğin her zaman kurumsal bir refleks geliştirmelidir.
Başbakana bir şekilde ulaşan mağdur bir vatandaş TOKİ idaresince Başbakanlığın emri ile evine kavuştu.
Van depreminde Bakana ulaşan bir çocuk Üniversite dâhil tüm eğitim hayatı boyunca faydalanabileceği bir bursa kavuştu
Ayakları üşüyen bir çocuk Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’den çorap istedi. Oyuncaklar ve çorabına kavuştu.
Ölümcül hastalığa yakalanan bir vatandaş Sağlık Bakanından tüm hastane masraflarının Devlet tarafından ödeneceği sözünü aldı.
Bu haberler medyada yer aldı. Sonu güzel olan bu haberlerde bizlerde duygusal anlar yaşadık, sevindik. Ama sormazlar mı adama “bu vatanın sahibi olan bireylere lütfu kereminden mi veriyorsun?” diye. Vatani görevini yapan sen, vergini kuruşu kuruşuna veren yine sen, ama iş dara sıkıştı mı yarı yolda kalıveriyorsun. İnsan haklarına öncelik veren bir sistemin işi değildir bu uygulama. Nitekim televizyonlarda ve sosyal medyada sesini duyurabilmiş ve sorununu çözebilmiş üç beş kişinin yanında seslerini duyuramamış yığınlar var. Eğer sistem iyi oturtulmuş olsaydı lütuf değil görev olacaktı vatandaşın derdine çare. Ama ne yazık ki son on yılda yapılan onca güzel icraatlara rağmen halen imparatorluk döneminden kalan refleksler göze çarpmakta ve lütuf misali derde çareler sunulmakta. Bu böyle olmamalıydı. Bu devlet kurulalı beş on sene değil ki. 88 yıllık bir cumhuriyet bizimkisi. Ondan önce de 600 yıllık bir birikim var. Ama nerede? İkinci Dünya savaşından harap şekilde çıkmış olan Alman ve Japonlar bile bizi kaç kez sollamıştır, Allah bilir. Halbuki bizim bir devlet ile son savaşımızın üzerinden 90 yıl geçmiş. Bu bir ayıptır. Bir bakanın TV ekranlarından çıkıp da dertli bir babaya “al sana şunu verdim” demesi bence ülkem adına kara bir lekedir. Sen devletsin, sen güçlüsün ve benim derdime zaten çareler üretmek için varsın. Ben bir başka devletin vatandaşı, bir başka coğrafyanın mültecisi değilim. Bana bakacaksın, beni kollayacaksın. Hastalandığımda en yüksek teknolojiler ve en pahalı ilaçlar ile beni tedavi edeceksin. Eşkıya kapıma dayandığında koruyacaksın. Beni her türlü kazadan ve beladan korumak senin görevin. Ülkenin sınırlarını koruduğun gibi bireysel hak ve hukuk sınırlarımı da sen güvence altına alacaksın. Okumamı, iş güç sahibi olmamı sağlayacaksın. Öyle güçlü olacaksın ki beni bir başka ülkenin vatandaşına gıpta ile baktırtmayacaksın. Ancak gücünü beni ezdirme anlamında asla kullanmayacaksın. Seninle aramda bir problem olduğunda seni rahatlıkla mahkemeye de verebilmeliyim. Sanırım bu konuda da bir takım zaaflar oldu ki ülke sınırları içerisindeki mağduriyetler Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine gitti ve milyon dolarları ödemek zorunda kaldın.
Sevgili dostlar. Her ülkenin bir takım problemleri olur. Dünyanın neresinde insan türü varsa orada problem de var demektir. Ancak problemin çözüm şekli önemlidir. İnsan hak ve hürriyetlerinin öncelik alındığı ülke ile alınmadığı ülke arasındaki farktır derdimiz. Peşinen kabul edelim ki durum eskisi gibi değil ancak yeterli de değil. Daha alınacak çok mesafe var. Yeni Anayasa bu konuda bir başlangıç olabilir, kanımca.
Tekrar konuya dönersek, devletin görevi benim derdime çare bulmaktır. Bu çareyi sosyal medyada şova dönüştürüp bir çeşit lütuf gibi sunulmasından ben şahsen rahatsızlık duyuyorum. Zoruma gidiyor. Eğer ben Türkiye Cumhuriyetine vatandaşlık bağıyla bağlıysam bu ülke ve kurumları benim derdime zaten çareler üretmeli. Ben bir başka ülkenin bayrağı altında yaşıyor ve o ülkenin kimliğini taşıyor isem bana bu ülkenin bakanı ve yetkilisi lütuf ihsan edebilir ve bende bunu teşekkürle geri bildiririm ülkeme dönerken. Ama ben bu ülkenin vatandaşıyım. Vatandaş olarak bir derdim varsa sen bu derdimle ilgilenmek ve çözüm üretmek zorundasın. Öyle ekranlardan sadaka lütfeder gibi davranamazsın.