Yeni Türkiye’nin dış politikasında bir değişikliğe gidilip gidilmeyeceğini bilmiyoruz ancak tahtaravaliye dönüşen Ortadoğu politikasında artık taraf olmadan bertaraf olunacağını biliyoruz. Üstelik yaşamın gerçekliklerini bu kadar dayattığı bir ortamda devekuşu politikası güderek insanları kandırmanın imkânsız olduğunu da biliyoruz.
ABD ve Müttefiklerinin Kuveyt sorunu gerekçesi ile Iraktaki Saddam rejimini devirmesi sırasında İran Şii yönetimi ile kanlı bıçaklı olduğunu hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Bu savaş sonucunda Sünni diktatörlük çökertildi ve yerine Şii bir hükümet kuruldu. Yani Irakta şii dostu, İran’da şii düşmanlığı politikası maharetle yürütülürken Türkiye durumu seyretmekle kaldı görüntüsü sergilendi ve sonuç ortada. Aslında Türkiyenin bu süreci seyrederek geçirmediği de bilinmeli Çünkü izlenen politika durumdan en az zararla kurtulmak şeklinde formüle edildi.
Ardından Suriye’deki durum ortaya çıktı. Suriye’deki çatışmalar başlamadan önce Esat rejimi ve yönetimi ile can ciğer olan AKP hükümeti şartların değişim göstermesi üzerine hemen Sünni tarafa kaydı ve Esat rejiminin karşısında yer aldı. Ancak bu kez Iraktaki durum sergilenmedi ve direkt olarak rol üstlenildi. Suriye’deki muhalefetin organize edilmesinde Arap ülkelerinden daha fazla çırpınan ülke oldu. İstanbul toplantılarının yanı sıra özellikle Hatay bölgesinden geçişlere gösterilen müsamahalar sayesinde muhaliflerin hareket alanını genişletti. Yaptığı sınır ötesi hava keşifleri öylesine bir durum aldık ki Suriye rejimi bir Türkiye Uçağını düşürdü ve pilotlar şehit oldu. Ardından da bunu misilleme olarak Suriye uçağı ve helikopteri düşürüldü.  Çatışmalardan kaçarak Türkiye’ye giren rejim muhaliflerini izleyen Suriye güçlerinin açtıkları ateşe karşılık da angajman kuralları gerekçe gösterilerek karşı ateş açıldı ve muhalifler kollandı. Sadece bu kadar değil bugüne kadar Esat rejiminden kaçan yaklaşık bir buçuk milyon Suriyeliye de ev sahipliği yapıldı. Suriye’ye silah ve mühimmat taşıyan Tırların oluşturduğu sorunları anlatmaya gerek yok. MİT silah ve mühimmat yollarken Silahlı kuvvetler bunları yakaladı ve sorunlar ortaya çıkmaya başladı. Deşifre edilen bu gelişmeler nedeniyle Silahlı kuvvetler mensupları yargılanmakta ve soruşturulmaktadır.
Bütün bunlar olurken uluslar arası siyasi arenada da muhaliflerin desteklenmesi için ne gerekiyorsa yapıldı. Şimdi ise işler sarpa sardı. Çünkü her tarafta Sünnileri gizliden gizliye destekleyenlerin elindeki IŞİD bombası beklenmedik şekilde patladı. Ve onunla bağlantılı olanlar da şimdi kara kara düşünmeye başladılar. Çünkü kural ve kaidelerin sıfırlandığı bir çete yapılanması ile karşı karşıya bulunmaktayız. Türkiyenin destek sağladığı Suriye Özgür ordusu bile son gelişmeler üzerine YPG güçleri ile ittifak kurarak IŞİD çetesine karşı mücadele etme kararı aldı.
Son saldırı ise Kürtlere karşı gerçekleştirildi. Özellikle Kobanê bölgesine saldırılarını yoğunlaştıran bu çete mensuplarının saldırıları sonrasında onbinlerce Kürt sınırları geçerek Türkiye’ye geldi. Aynı şekilde Türkiye’deki birçok Kürt de sınırları geçip Kobanê’lilere destek vermek için öbür tarafa geçti. Yani son durum karşısında Türkiye artık IŞİD ile mücadelede fiili olarak savaşın tarafı durumuna gelmiş bulunuyor. Hangi tarafta olacağına elbette ülkenin dış politikasını belirleyenler karar verecek ancak kaçınılmaz son taraf olunduğu gerçeğidir.
Türkiyenin önünde iki yol var. Ya Kürtlerle ve dünya ülkeleri ile işbirliği ve ittifaka girerek doğru tarafta yer alacak ve önümüzdeki yüzyılda ilerleyişini sürdüren ülke olacak ya da sessiz kalmak suretiyle IŞİD çetesinin yanında yer alacak ve önümüzdeki dönemde kaos yaşayan ülke durumuna düşecek. Bu nedenle alınacak karar çok önemli. Bin yıllık Türk- Kürt tarihsel birliğinden bahsedilecek ise yapılacak iş Kürtlerin yanında yer almaktır. Her şeye rağmen ortaya çıkan tabloda Türkiyenin savaşın tarafı olmadığını söylemek artık mümkün değil. Bu nedenle kamuoyuna bilgilendirme yapılması ve tavrın netleştirilmesi gerekiyor.