Uyguladığı yöntemler sebebiyle bütün dünyanın hedefi haline gelen Irak ve Suriye topraklarında bir İslam hilafet devleti kurmayı amaçladığını söyleyen ancak uygulamaları İslam alimleri tarafından İslami olarak görülmeyen IŞİD çetesinin gayri insani ve İslami uygulamaları sürerken, Türkiye’nin suskun ve sessiz kalması dikkatlerden kaçmayan bir gelişme olarak önümüzde duruyor.
Bu gelişmeleri sadece Terör çetesinin elinde bulundurduğu 49 diplomatımıza bağlamanın yeterli olmayacağını belirtmek gerekiyor. Evet, bu insanların hayatlarını garanti altına almak gerekiyor ancak asıl hatanın onları bu terör örgütünün eline bırakmak olduğunu da hatırdan çıkarmamak gerekiyor. Eğer bütün uyarılara rağmen diplomatlar geri çağrılsaydı bugün bu manzara ile karşı karşıya kalınmayacaktı. Ancak olan oldu ve çözümü beklemek gerekiyor.
Meselenin bu konu ile sınırlı olmadığının bir başka yönü ise Türkiye’nin Suriye’deki politikası. Bilindiği üzere Türkiye Şam yönetiminin düşmesi ve muhaliflerin başarısı için ev sahipliği dahil bütün olanaklarını kullanmaktan çekinmeyen bir politika izledi. İstanbul toplantıları dahil diğer gelişmeler kamuoyunun gözü önünde yapıldı. Ülkeden Suriye’ye giden silah yüklü tırların durdurulması ve ardından yaşanan gelişmeler, Hatay’daki sınırdan geçme meseleleri ve kamplardan yapılan sızmalar da kamuoyunun haberdar olduğu meseleler. IŞİD aynı zamanda Suriye yönetimi için de bir tehlike olduğu için Türkiye’nin bakış açısı doğal olarak farklı.
Bundan daha elim ve daha vahim bir durum da geleneksel politikalar açısından IŞİD’in Kürtlerle savaşıyor olması. Bu durum Türkiye için büyük bir ikilem doğuruyor. Çünkü Türkiye Kürt politikasını çok yönlü olarak sürdüren bir ülke. Ve Bu politikayı sürdürürken de kendi topraklarındaki sorunun çözümü konusunda Çözüm sürecini başlatan ülke durumunda. Ortadoğuda bu kadar güçlü değişimler yaşanırken Türkiye’nin atik davranıp yeni politikalar üretmesi o kadar da kolay değil. Çünkü çok iyi bilinmektedir ki bir tuğla yerinden oynayınca duvar yıkılacak.
Türkiye’nin Ortadoğu politikası Kürtlere karşı nasıl bir yol izleyeceği ile yakından ilgili. Bu adım ülkeyi yönlendirici ve lider ülke yapabileceği gibi yıkıma götüren bir adım da olabilir. Bu nedenle hassasiyet çok önemli. Biz Türkiye’nin geleceğini Kürtlerle ittifakta gören bir anlayışı olumlu görürken öyle anlaşılıyor ki bu görüşten imtina edenler az değil. Bu nedenle hükümet de politika belirlerken yoğurdu üflüyor.
Ancak şurası çok açık ki Türkiye hiçbir zaman Ortadoğu Amerikan müttefiki konumundaki Arap ülkeleri ile ABD’nin düşman olarak tanımladığı bir yapı ile dost ve müttefik olamaz. Olsa bile kaybetmeye mahkûm olur. Bu nedenle uygulanacak politikanın artık netleşmesi gerekiyor. Türkiye’nin sessiz ve suskun olduğu alanda ABD ve PKK aynı cephede ortak düşman olarak gördükleri IŞİD çetesine karşı savaş sürdürüyor. Bu durum Kürtler arası birliği güçlendirip dünya gözünde haklının yanında konumlandırırken Türkiye’nin yapması gereken bu oluşuma destek olup kendi geleceğini düşünmesidir.
Türkiye 49 konsolosluk yetkilisini gerekçe gösterip Cidde’de imzalanan sözleşmeye imza atmadı. Cidde’de toplantıya katılan Suudi Arabistan olmak üzere, Mısır, Irak, Ürdün, Lübnan, Katar, Kuveyt, Bahreyn, Birleşik Arap Emirlikleri ve Umman oluşan 10 Arap ülkesi bildiriyi ABD ile birlikte imzalarken Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu bildirgeye imza koymadan geri döndü.  “IŞİD’e karşı askeri yöntemler dahil aktif ve kararlı bir şekilde etkin mücadele edilmesi gerektiği” şeklinde anlaşılabilecek bildirinin Türkiye tarafından imzalanmaması başka kuşkuları da beraberinde getirdiğini unutmamak gerekiyor. Hiçbir şeyin gizli kalmadığı Ortadoğu coğrafyasında kimin neyin peşinde olduğunu anlamak uzun sürmeyecektir ancak Türkiye kapısına kadar gelen fırsatları böyle teperse bir daha böyle şansları yakalama fırsatına sahip olamaz. Dileğimiz suskunluğun bozulması ve Türkiye’nin politikasını net olarak gerekçeleri ile kamuoyuna açıklamasıdır.