Amerika Birleşik Devletlerini dünya lideri yapan şey “çelik teller” dersem iddialı bir giriş mi yapmış olurum? Peh, bence hiçte öyle değil.

Bu konuda sayısız belgesel ve kitap şahitliğimi yapacaktır.

Uçsuz bucaksız Birleşik Devletlerde, hükümet muazzam kara parçasını tren sayesinde denetime almış, devletin her türlü hizmeti ve pek tabii ki kolluk görevi de yine tren sayesinde gerçekleşmiştir.

Trenin gittiği her yerde medeniyet inkişaf etmiş, sosyal ve ekonomik hayat canlanmış, mesafeler azalmıştır. Üstelik tren hizmetlerinin ekonomik, güvenli ve konforlu olması da cabası.

Ülkemiz maalesef halen karayolu ile ulaşımı tercih eder ve bunun gerek kişiye ve gerekse de ülkeye maliyeti bir hayli yüksek olur.

Demiryolu ise ilk seferinde maliyetli olur ama sonrasında küçük bakımlarla yüzyıl kullanılabilir. Öyle asfalt bozuldu, milyarları dök anlayışı yoktur demiryolu olayında.

Üstelik ucuz da demiştik ya, Batman’dan Diyarbakır’a minibüs 20 civarı iken trenle bu fiyat yarı yarıya. Öğrenciye ise çeyrek fiyatına, 5 TL. Alın size ekonomi.

Çocukluğumuzda İstanbul’dan Batman’a trenlerle gelinirdi.

Biraz uzun sürerdi ama kompartıman aile üyeleriyle tıklım tıkış olduğundan hiçte şikâyet edilmezdi. Otobüs ile seyahatlerde ise kaskatı olunurdu koltukta.

Geçen hafta sonu bir kaçamak Diyarbakır’a gittik. Yolculuk son derece konforluydu. Yazın klimalar ile serinlerken, kış mevsimi olduğundan petekler ısı veriyordu. Hava fena değildi ama yine de soğuk denilebilirdi. Ama trenin içi sımsıcaktı. Birçok öğrenci şehir dışına ucuz olduğundan trenle seyahat etmeyi tercih etmişti.

Karayolu olmadığı için köprülerden, çay üstlerinden ve tarlalardan ilerlerken ilginç bir manzara ile karşılaştım. Yol boyunca dikili direklerin üstünde ama tamamında leylek yuvaları vardı. Yavru leylekler annelerinin getireceği yemeği bekliyordu kanımca. Çok hoş bir manzaraydı. Karayolu ile giderken bu tür yerlerden geçilemediğinden görmediğimiz enstantanelerdi bunlar. Sonrasında düşündüm ve gelip geçici bu dünyada leylekler gibi barışçıl ve ekosistemle uyumlu varlıklar mıyız? diye.

Üstlerinde bir dam bile yoktu. Bazen güneşte ve bazen de yağmurda bulunurken hallerinden şikâyette bulunuyorlar mıydı?

Doğa aslında sistemini kurmuş, herkes halinden memnun iken bizim bu huzursuzluğumuzun kaynağı neydi acaba?

Sanırım “düşlediğimiz ile gerçekleştirdiğimiz” arasındaki makas açıklığıydı bizim paradoksumuz. Yoksa niçin mutlu olamıyor, ne diye kendi kendimizi bitiriyorduk? Baksana leylek yuvalarına, bir metrekarelik bile olmayan mekânlarında nasıl da huzurlu görünüyorlardı.

Ancak bir sebepten ötürü hayalini kurduğu yaşam standardı ile gerçekler arasındaki makas açıklığı ve buna bir de şükretme beceriksizliği eklenince kimse mutlu, kimse umutlu olamıyor.  

Bu arada televizyonlardan izlediğimiz kadarıyla Ankara’dan Doğu’ya tren seferleri o kadar rağbet görmüş ki seyahat biletleri karaborsaya bile düşmüş. İnsanlar büyük kentlerden Anadolu’ya gelip huzur ararken bu seyahatte treni tercih etmiş olmaları bile bilinçlenme seviyemizde ciddi bir gelişmenin olduğunu göstermekte.