Söyleşi: Melek Barış

Tefeciler Halkı Perişan Ediyor 

Fernas Yönetim Kurulu Başkanı Necat Nasıroğlu’yla Fernas’ı, Kürt sorunu ve Batman’ın problemlerini konuştuk. Nasıroğlu bölgenin ve Batman’ın anlağı, tez ve anti tezi buluşturup sentezi çok iyi kurguluyor.

Batman için en önemli tehdit, ‘tefecilik’ diyor ve ekliyor, “Yatırımcılar sıkıştıklarında ihtiyaç duydukları parayı devletten kredi olarak alamadıklarında tefecilerin eline düşüyor ve bitiyor. En büyük kötülük tefecilik işidir.”

Nasıroğlu’nun fikirlerini ve düşüncelerini okuyunca derin bir tahayyüle ve tenkitlere sürükleneceğinize inanıyorum.

-Necat Nasıroğlu:

Batman’ın Basorke köyünde 1940 yılında doğmuşum. 7 kardeşin en küçüğüyüm.1950’lerde buralarda okul yoktu. Bu nedenle İlkokulu Bismil’e bağlı Sinan köyünde okudum. Ailem çiftçilik yapıyordu. 1952’de babam iki traktör aldı. 12 yaşında traktörle tanıştım ve çift sürmeye başladım. 1960’lı yıllarda kamyon ortaklığı aldık. 1970’lerde kendi adıma ufak tefek taahhüt işlerine başladım. 1980’lerde ise FERNAS inşaat şirketini kurdum. O zamanlar çocuklar da yetişmiş üniversite okuyorlardı. Karayolları ve TPAO derken, sonraları Türkiye çapında ve şimdi de yurtdışında işler yapmaya başladık.

Şimdiye kadar alçı, alçı grubu, elektrik santrali, yol çalışmaları gibi işler vardı. Gıda üzerine de bir şeyler yapalım dedik. Bizim memleketin gıdaları dünyada eşi benzeri olmayan bir güzelliğe sahiptir. Salça, üzüm ve nar suyu üretimine geçmeyi hedefliyoruz alt yapı çalışmamız bitmek üzere. Kısmet olursa bu yılın sonuna kadar üzüm suyu üretimine başlayacağız. Yetiştiremezsek de önümüzdeki sene alırız.

-İçinden geçtiğimiz naif bir süreç var. Hükümetin başlatmış olduğu barış sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Barış süreci denen şey aslında Kürt meseledir. Bazen devletin yetkili kişileri ‘Laz’ı, Çerkez’i de var diyorlar ama bana göre Türkiye’de iki unsur halk vardır. Bunlar da Türk ve Kürt Halkıdır. Çoğunluğu oluşturan güçlü etnik gruplar bunlardır. Cumhuriyeti kuranlarda bunlardır. 900’lü yıllarda Türklerin Orta Asya’dan göç edip buralara gelmesi, Kürtlerle dostluk kurması ve bu noktaya kadar gelmesidir. Dünya globalleşti. Herkes dünyanın geçmişini geleceğini de tahmin edebiliyor. Kürtler bir halktır. 40-50 milyon nüfusu olan bir halktır. Kürtler dört eşit parçaya bölünmüş ve insan olmanın gereği olarak haklı talepleri var. Bu haklar kendilerine verilmeli. Ayrılma sebebi diye de bir şey de yoktur aslında. Dinimiz bir... Kürtler de Müslüman’dır, Türkler de… Beraber yaşamışlar, birbirlerine karışmışlar. Kürtlerin % 60’ı İstanbul, İzmir, Antalya’ya yerleşmişler, ayırayım deseniz de ayıramazsınız. Bir halkın en doğal hakları ana lisanlarıdır. Ana dil ana sütü gibi helaldir. Vermeleri lazım. Eğer Türkiye demokratikleşirse, gerçek manada bir demokrasi uygularsa barış süreci oluşur ve iyi yolda neticelenir.

-Süreçten umutlu musunuz?

Umutvarım fakat tereddütler de var. Evvelde bu köylerde particilik vardı. Bir köy muhtarı veyahut köyden fakir bir kesim kalkıp diyordu ki, “biz de bu köyün köylüsüyüz, bize de hak verin.” Eğer muhtar veya o köyün ağası kabul etseydi barış olurdu. Hükümet yani devleti idare eden güçler eğer kabullenirse bu süreç başarıya ulaşır diye düşünüyorum. Kürtlerin bazı haklı talepleri var, ancak bu haklı talepler verilirse başarılı olur.

-Bu haklı talepler nelerdir?

Mesela anadilde eğitim. Önceleri bir televizyon kanalı bile kabullenilmiyordu. Bunlar yeni yeni oluşuyor. İran o kadar zulüm yapmasına rağmen hiçbir zaman Kürtlerin ana dillerini inkâr etmemiş ve okutulmasına izin vermiş. Saddam’ın zulmüne rağmen Soranice okutulmuş. Kürt dili inkâr edilmemiş ve okullarda okutulmasına izin verilmiş. İran’da bile iki Kürdistan eyaleti var. Biri Loristan, diğeri de Kürdistan. Uçaklarının üzerinde dahi Kürdistan eyaleti yazıyor. Türkiye daha bir pasaportta bile Kürdistan ibaresini kabullenmiyor. Avrupa’dan bir mal geliyor, Kürdistan yazıyorsa ‘ben geçirmiyorum’ diyor. Ya kabul et ismi odur. Osmanlı döneminde Kürdistan bölgesi vardı burada. Türkiye’nin de artık bunu kabullenmesi gerekiyor. Biz kardeşiz ve hepimiz beraber yaşamak mecburiyetindeyiz.

Kürtlerin isteklerini devlet kabul ederse, ayrılalım diye bir referanduma gidilirse dahi halkın %5 demez ayrılalım. Hiç kimse ayrılmak istemez. Avrupa’da bir devletten diğer bir devlete geçiyorsun hudut bulamıyorsun. Hepsi iç içe geçmiş. Türkiye’de, birkaç sene öncesine kadar kısa bir mesafe yol gittiğinizde dahi, asker seni durdurup “elini kaldır, sırtını çevir, adını söyle” gibi sıkıntılar olurdu. Bu süreçle bunlarda da biraz iyileşme oldu.

-Peki, bu süreçte gerek Kürtler, gerek Devlet üzerlerine düşeni yapıyorlar mı?

İnkâr ve imha politikasından devlette vazgeçmiş eskisi gibi değil. Bu manada çok yol kat edildi diye düşünüyorum. Bence ana dilde eğitim kabul edilirse ve çocuklarımız kendi ana dillerini unutmazlarsa, ilkokuldan üniversiteye kadar okutma hakkı verilirse daha iyi sonuçlar alınır. Bir de Mahalli İdarelerin güçlendirilmesiyle ilgili değişimlerin olması gerekiyor. Bir toplumda ilkin öğrenim, ikincisi de üretimdir. Eğitimle üretim birleştiği zaman toplum huzuru bulur. Bence o sürece yakınız. Yeter ki bu kanayan yarayı bitirelim. Bu yarayı bitirirsek Türkiye’nin sırtı artık yere gelmez diyorum. Artık buna Kürdistan mı dersin, mahalli idarelerin güçlendirilmesi mi dersin devletin bunu kabul etmesi lazım. Bence her iki tarafta da eksiklikler vardır. Mühim olan bu eksiklikleri gidermektir ama büyük katkıyı idare kimdeyse yani mevcut hükümetin biraz daha tolerans tanıması lazım. Şu anda referandum da olsa Kürtler ayrılmak istemezler. Türklerin huzuru da Kürtlerle beraberdir, Kürtlerin huzuru da Türklerle beraberdir. Bin yıldan fazladır beraber yaşıyoruz. Türkiye’nin her tarafına yerleşmiş Kürtler var. Türklerle evli olan Kürtler var aynı zamanda. Türkler var bu tarafta, nasıl bir ayrılma olacak. Dinde din birliği var, mezhep ayrılığı yok. Mezhep din ayrılığı değildir.

-Sizce Kürt sorunu neden doğdu?

Ben yoktum 1920’lerde fakat babam anlatıyordu. Lozan’da Yeni Cumhuriyet kurulacağı zaman İsmet Paşa ilk heyeti oradaydı. Bizim aşiret, ağalar ve şeyhler hepsi gitmişler telgraf çekmişler ve demişler ki, ‘biz ayrılmak istemiyoruz.’ O zaman Atatürk’ün Erzurum ve Sivas kongresi var. Çeşitli yerlerde ve mitinglerde diyor ki, “Bu kuracağımız Cumhuriyet Türklerle Kürtlerin Cumhuriyeti olacak.” 1921 Anayasası da o şekilde yapılıyor. Birkaç sene içerisinde askeriye teşkilatı kuruluyor. 1924 Anayasa’sında ise “Bu memlekette yaşayan herkes Türk’tür. Türkiye Türklerindir” diye değişiyor. Hürriyet Gazetesi’nin üzerinde yazıldığı gibi. Ve o günkü değişim, o günkü inkâr ve imha politikaları bugünkü nifakın sebebidir. Türkiye’de hep haksızlıklar yapılmış. Kürtlerin de gençleri okudular, Avrupa’ya gittiler dünyayla tanıştılar. Tüccar oldular, mühendis oldular, doktor oldular vs... Sonuçta Dünya globalleşince de nüfusu 200- 300 bin olan devletler var. Kürtler de dediler ki, biz bu kadar kalabalık bir topluluk olmamıza rağmen neden bir hakkımız yok. Ve mücadele başladı. Onun için Kürtlerin haklarının verilmesi lazım. Bu insani haktır ve barış olsun.

-Bölgeye yatırımın gelmemesinin tek nedeni güvenlik sorunu mudur?

Bu düşük yoğunluklu savaş olmadan önce de buralara pek yatırım yapılmamış. 1950’lerde ve 50’lerden önce Diyarbakır Türkiye’nin en gelişmiş illerden biriydi. İstanbul ve Bursa’dan sonra gelirdi. 3’cü sıralarda yer alırdı. Oysa şimdi Diyarbakır 50-60’ıncı sıralara düştü. Bence devlet politikaları Doğu ve Güneydoğunun gelişmesine pek katkısı olmamış. Onda da yanlış yapılmış. Tabii şimdi bu mücadelede başlayınca daha da kötüledi. Kim birkaç kuruş para kazandıysa çekti İstanbul’a ya da başka bir yere gitti. O daha fazla yanlış oldu. Kim bilir belki de haklılardı. İki üç sene önce PKK Şirvan’da şantiyemizi bastı. Bir sürü makinemizi yaktı. Bu da yanlıştır. Eğer bir memlekete yatırım oluyorsa kimsenin buna zarar vermemesi gerekiyor. Çünkü bu yatırımlardan insanlar menfaat görüyor. Birçok insan bu işyerlerinde çalışıyor. Aile geçindiriyor. Çocuklarını okutuyor. ‘Yanlış’tan devamlı dönmek lazım. Ben inanıyorum ki, herkes bu işin bilincine varmış, bundan sonra düzelir diye düşünüyorum.

-Batman’ın öncelikli sorunları nelerdir?

Batman’da ortak çalışma bilinci azdır. Birkaç kişi birleşip bir fabrika tesisini kuralım gibi ortak bir çalışma pek alışılagelmiş bir şey değildir. Bu da beraberinde neyi getiriyor?

-Neyi getiriyor?

Bir sürü para tefecilerin elinde dolaşıyor. Halkı perişan ediyor bu tefeciler. Yatırımcılar sıkıştıklarında ihtiyaç duydukları parayı devletten kredi olarak alamadıklarında tefecilerin eline düşüyorlar ve bitiyorlar. En büyük kötülük tefeciliktir ve bana göre Batman’ın en acil sorunu da tefeciliktir. Devletin çok acilen bu işe bir el atması lazım. O paralar en azından bankalarda kalsa, kredi olarak halka dağıtırsa hiç değilse o kişi batmaz. En azından bankanın kredileri halkı batırmıyor. Tefeciler halkı batırıyor. Özellikle devlet eğer gerçekten sanayici olan yatırımcıya ucuz bir kredi kullandırabilse iyi olur. İşte o zaman Batman belki sanayi şehri olabilir. Batman’ın en önemli sorunu bana göre tefecilik ve ciddi tedbirlerin alınması gerektiğini düşünüyorum. Yoksa daha çok ocaklar sönecek.

-Sermayeyi bölgeye çekmek için neler yapmak gerekiyor?

Hepimizin tek beklentisi var, bu barış süreci. Bu sürecin iyi sonuçlanması lazım ki, yatırımcı gelsin. Bir yatırımcı niyetlense de durum kötüleşince duruyor. Huzur olursa bir yerde sermaye gelir. Huzur yoksa sermaye de gelmez.

-Zor biri misiniz?

Her şey bu andır. Yarın gittiğin zaman ne götüreceksin; bir kefen. Eğer bu dünya hayatı çalışıp üretiyorsan, başkalarına da faydalı olabiliyorsan güzeldir. İşkolik olduğumu söyleyebilirim. Sabah çok erken saatlerde gelirim. Her işimin başında dururum. Çalışmakla dünya güzelliğine güzellik katarsınız. Biz neye el atmışsak pişman olmadık. Çok şükür başardık. Personellerimizi daha çok bölge insanından seçiyoruz. Yurtdışındaki işyerlerimizde de aynı şekilde…

-Nasıroğlu Vakfı kaç senedir devam ediyor?

Biz zekâtlarımızı vakıfta değerlendiriyoruz. Önceleri yazıhanede yoksullara dağıtıyorduk. Olmuyordu. Bazıları birkaç kez alıyordu. Bazılarını kırıyorduk. İşin ehli olmayanlar gelip para alıyordu. Sıkıntı veriyordu. Bazen mahallere gidip gıda dağıtırdık. O da olmadı. Dedik ne yapalım. İyisi mi bu üniversite talebelerine burs verelim diye düşündük ve 100 kişiyle başladık. Zamanla bunu artırıp 1500’e çıkardı. Yaklaşık 13 yıldır Nasıroğlu vakfı öğrencilere burs vermeye devam ediyor. Av. Sabih Ataç’la devamlı istişarelerde bulunuyoruz. Güzel fikirler veriyor. Batman da gıda bankası var ve buradan 600 hane faydalanıyor. Herkesin bir kartı var. Kartıyla oradan ihtiyacını alıp eve gidiyor. Yardımı kimin ettiğini de bilmiyor. Böylesi daha iyi. Yardımlar da amacına ulaşmış oluyor. İleride imkânlar olursa onların ailesinden bir iki kişiyi de çalıştırabiliriz. Gıda bankası daha mantıklı geliyor bana.