Türkiye’nin dış politikası konusunda son dönemde Ortadoğuda meydana gelen gelişmeler nedeniyle karmaşık bir yapının oluştuğunu rahatlıkla belirtmek mümkün. Çünkü denklemler her gün değişiyor ve buna göre model uygulamak da pek mümkün olmuyor.
AKP hükümetlerinin dış politika konusundaki ilk çıkışı “sıfır problem” denklemi üzerinde kuruluydu. Bu politikaya göre eskiden yürütülmekte olan “Türkün Türk’ten başka dostu yoktur” politikası problemler yarattı ve bu mantığı artık değiştirmek gerekiyordu. Bunun için panzehir ya da alternatif politika çok problemli yapıya karşı komşularla sıfır problem mantığıydı.
Ancak 2002 de başlayan bu yaklaşım tam olarak oturtulamadı. Komşularla sıfır problem meselesi yine eskisi gibi komşularla bir sürü probleme dönüştü. Aslında AKP’nin kafasındaki konu Türkiye’nin bölgesinin öncü gücü olma planıydı ki bu çok da yabana atılacak veya önemsenmeyecek bir durum değil. Olması gereken budur ve bunun da tarihsel altyapısı zaten mevcuttur. Ancak hesaplanması gereken bileşenlerin tam olarak hesaplanmadığı gibi bir izlenim ortaya çıkıyor. Çünkü Osmanlı döneminde olduğu gibi Arap coğrafyasının Türkiye egemenliğindeki bir yapıyı kabul etmeyeceği açık. Açık olan başka bir konu ise İran’ın durumu, bölgedeki alevi varlığı dikkate alındığında ve işin kökenine inildiğinde aynı öncülük rolünün İran için de bir amaç olduğunu unutmamak gerekiyor.
Hal böyle olunca meselenin önemi artıyor ve değişiyor. Bu durumda halklarla bağını kim sıkı tutarsa onun önde gitmesi söz konusu olacaktır. Bölgemizdeki yapıya bakıldığında da temel unsur ortaya çıkıyor. Kürtler!
Kürtler birinci dünya savaşı sonrasındaki paylaşımda bölünmeye uğrayan Ortadoğu halklarından biri. Hem halk olarak hem coğrafya olarak bölündüler. Zaman zaman yaptıkları direnişler de kanla bastırıldı. Konuşan ve düşünen bütün kelleler vücutlarından uzaklaştırıldı. Ancak son dönemdeki gelişmeler, bilimsel ilerlemeler, dünyadaki olaylar, Rusya başta olmak üzere diğer güçlü devletlerdeki ayrışmalar Kürtlerin de bakış açısında bir değişiklik yarattı.
Bu değişiklik içerisinde kendilerine biçtikleri hakları alma konusunda oldukça dirençli bir direniş sergiliyorlar. Iraktaki savaş sonrasında Saddam’ın devrilmesi ile bu alanda kalan Kürtler federatif bir yapı içerisinde haklarını korumak için mücadele ettiler ve bu gün parlamento dahil kendi bölgelerinde egemen durumda bulunuyorlar. Irak’ın toprak bütünlüğü içerisinde özerk bir yapıya sahipler. Benzer bir durum Suriye’de ortaya çıktı. Esat rejiminin yıkılması için yapılan mücadele çerçevesinde ülkenin kuzey bölümünde- bu aynı zamanda bizim güneyimize denk gelen bölüm oluyor – Iraktaki duruma benzer bir durum çıktı.
Ancak görünen odur ki Cumhurbaşkanlığı makamından gelen açıklamalarda bu durumdan ciddi rahatsızlık duyuluyor. Sayın Cumhurbaşkanı gerek Kobanê ile ilgili açıklamalarında gerekse Suriye’nin kuzeyi olarak tanımladığı bölgede (rojava) oluşan Kürt yapılanması konusunda oldukça tepkili ve yeni bir oluşuma müsaade etmeyeceklerini belirtiyorlar. Kısa ve öz olarak anlaşılan Suriyede bir Kürdistan oluşumuna sıcak bakılmadığı gibi karşı olma durumu söz konusu. Kobanê için “düştü düşecek’ dedikten sonra şimdi kazanılan başarı için de “çiftetelli oynayacaklar” çıkışı ile ve “kuzey suriyede bir kuzey ırak gibi bir oluşuma müsaade etmeyecekleri” gibi açıklamalarla sürece müdahil oluyor.
Gerekçe belli bu oluşumların yanı Kürtlerin özerklik kazanmalarının ileride Türkiye’ye sıkıntı olacağı varsayımı.
Peki, bu durum Kürtleri dışlamak suretiyle ortadan kaldırılabilir mi? Elbette hayır hatta şurası çok açık ki önümüzdeki dönemlerde Kürtlerle kucaklaşan ülkeler kazanacak Kürtleri dışlayan ülkeler kaybedecek. Bu durum bu kadar net. Bunu nereden mi anlıyoruz? Anlıyoruz çünkü Kürtler ölümüne bağlı oldukları partileri ile Kürt çıkarları çatıştığında partilerinin karşısında duruyorlar da ondan. Tabanın baskısı ile Kürt liderler anlaşmak zorunda kalıyorlar da ondan anlıyoruz. Bu taban baskısıdır ki bugün DAIŞ’e karşı ortak bir mücadele ve başarı getiriyor.
Suriye politikası konusunda kafa yoranlara, yorum yapanlara bizim de bir önerimiz var. Biz daha evvel misakı milli sınırları bir bütün olarak düşünülmeli önerisi getirmiştik. Yani Kürtlerin yaşam alanlarının bölünmediği Kerkük’ten-Edirne’ye uzanan bir bütünlükten Sinop’tan Efrine kadar uzaman bir bütünlükten bahsetmiştik. Halkların bütünleştiği sınırların bir anlam ifade edemeyeceği bir bütünlük bu. Biraz kafayı bu alana yöneltseniz nasıl olur? Hatta hiç karışmasanız da bu millet kendi çözümünü kendi gerçekleştirse daha iyi olmaz mı? Çünkü ortaya attığınız projeler nefret ve kin duygusundan başka işe yaramıyor. Kucaklaşma yerine ötelemeyi öngörüyor görüntüsü var.