Söyleşi: Melek Barış

SÜREÇ, ENGEBELİ-MAYINLI BİR ARAZİYE BENZİYOR

Kürt sorununun barışçıl bir sürece girmesinin, iç ve dış koşulların olumlu yönlendirmesiyle geliştiğini ifade eden Petrol-İş Sendika Başkanı Mustafa Mesut Tekik, çözümde Öcalan’ın rolünün tartışılmaz olduğuna da dikkat çekti. 

Sürmekte olan Kürt sorunun barış sürecini Petrol-İş Sendika Başkanı Mustafa Mesut Tekikle bütün yönleriyle konuştuk. Tekik, söyleşide çarpıcı açıklamalarda bulundu.



Çözüm sürecinin geldiği noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz? 

Kürt sorununun 200 yıllık bir sorun olduğunu belirtmekle beraber, Kürtlerin tarihsel süreç içerisinde türlü nedenlerle, ayrı devlet istemediğini (paradoksal bir durum), dindaş addettiği Türk Halkıyla aynı sınırlar içinde ama otonom-özerk yaşamayı tercih ettiğini söyleyebiliriz. İlk tarihsel buluşma Malazgirt'te bildiğiniz gibi... Ardından her iki Halkın ilişkisi genişleyerek ve biraz da pragmatik bir tarzda derinleşerek sürüyor, inişli çıkışlı bir seyir izlese de. Fransız devriminden etkilenen tüm imparatorluklar tebaasında olduğu gibi Osmanlı tebaasında da milliyetçilik akımları yükselip değişik etnisiteler bağımsızlık mücadelesi vermelerine rağmen, Kürtler dindaşlık vb nedenlerle muhtariyete, mirliğe, beyliğe rıza gösterip 'ecnebiye' karşı Osmanlı ile birlikte mücadele edip Kurtuluş Savaşında da Türkiye Cumhuriyeti lehine büyük yararlılıklar gösteriyorlar. Malumunuz, Cumhuriyet kurulup küresel ittifaklarını da tamamladıktan sonra red, inkâr, tedip, tenkil ve asimilasyon stratejisi başlıyor.

Sonra, ne oluyor?

KİTLESEL BİR İSYANA DÖNÜŞÜYOR

Gelişim sürecini, bastırılan isyanları, direnişleri, katliamları biliyoruz. 68'li yıllar ve devrimci gençlik hareketleri derken, Sosyalizmden ve 'ulusların kendi kaderini tayin hakkı' ilkesinden etkilenen Kürt gençlerinin kurduğu örgütler ve 12 Eylül faşist darbesinin Kürtler başta olmak üzere geniş halk yığınlarına yönelik bastırma ve yıldırma harekatı, Diyarbakır ve Metris zindanlarında vahşete dönüşerek neden sonuç ilişkileri bağlamında binlerce Kürt gencinin 'dağa çıkışıyla' karşılık bularak kitlesel ve giderek de yığınsal bir 'isyana' dönüşüyor. Tabi yalın ve basit cümlelerle belirttiğimiz bu cümleler, gerçek yaşamda her anın zulüm, acı, gözyaşı, özlem, sürgün, yoksulluk olduğu gerçeğini örtmüyor-örtmemeli. Bunu salt Kürtler bakımından söylemiyorum, bu ülkede kim yaşıyorsa, tabi bir kısım elit, oligark ve kompradorlar hariç, etkilenmiş ve acısını çekmiştir bu sürecin.

İÇ VE DIŞ KOŞULLAR

Dürüstçe belirtmek gerekirse, şu an ki sürecin dış ve iç koşulların olumlu yönlendirmesiyle geliştiğini düşünüyorum. Dış koşullardan kastım, Kürtlerin çok geniş bir coğrafyada hem politik açıdan hem de ekonomik ve askeri bakımdan bir güç olarak vücut bulması ve bu bağlamda enerji rezervleri ve enerji transfer koridorlarının merkezinde olmaları, Ortadoğu ve İslam coğrafyasının Şii ve Sünniler olarak bir bölünme yaşamaları, İran, Suriye, Rusya ve Çin'in bir blok olarak davranıp karşıt bir bloğun oluşumunu sağlamaları... İç koşulları da, AK Parti Hükümeti ve PKK’nin bu dış gelişmeleri rasyonel okuyup politikalarını buna göre dizayn ederek en gerçekçi ve uygulanabilir çözümü tercih etmeleri olarak görebiliriz. Tabi, bu savaş sürerken yaşanan binlerce olgu, olay, acı, direniş var. Belirtmenin mevcut sürece bir faydası olmaz diye vurgulamıyorum bunları.

YÜZYILLIK BİR YANLIZLIK YAŞIYOR

Gelinen noktada, kendimi umutvar bir ihtiyat hali içinde görüyorum. Bir tarafta yüz yıllık alışkanlıkları olan bir yapı ki, neredeyse 'yüzyıllık bir yalnızlık' da yaşıyor. Öbür tarafta kırk yılını 'yeraltında' geçirmiş bir örgütsel yapı ki, son Onbeş yılda büyük bir kitle desteğine de sahip. Beri tarafta da, 'İkinci Malazgirt'i her an sabote etmek isteyebilecek 'dış güçler' realitesi... En önemlisi de acıyla, sürgün yaşamıyla, ölümlerle 'su verilmiş çelik' misali alabildiğine politikleşen bir halk gerçekliği. Ayrıca, savaşta evlatlarını yitirmiş binlerce Anadolu insanı. Özcesi, bu süreç ilmik ilmik örülmek durumunda. Bir bebeği büyütür gibi ihtimam göstererek anlamaya çalışarak aceleyle oldubittiye getirmeden kendimizi, birbirimizi rehabilite ve restore ederek örmek durumundayız bu dönem.




ÖCALAN’IN ROLÜNÜ UNUTMAMAK GEREKİYOR

Tabi bu süreci formüle ederek teorik çerçevesini çizen ve pratik adımlar konusunda da alabildiğine rasyonel önermelerde bulunan Sayın Öcalan'ın rolünü unutmamak gerekir diye düşünüyorum. Liderliğin zor, karmaşık ve adeta Gordion düğümünü andıran zamanların çözücü-çözümleyici olabilme yetisiyle tescillendiğini bir kez daha gözlemledik böylelikle.
Aynı tanımlamayı devleti yöneten siyaset ve bürokrat zirvesi için de temkinli de olsak belirtmek durumundayız. Zira on yıllardır tek yanlı bilgi, haber ve duygu zerkiyle biçim verilmiş bir 'Anadolu insanı' gerçekliği var önümüzde. Milliyetçi duygularla donanmış, tüm dünyanın Türkiye'nin düşmanı olduğunu düşünen çok geniş bir Türk Halkı kitlesi de mevcut. Bu anlamda süreci yürütmeye çalışan her iki tarafın da zorlukları çok. Engebeli, mayınlı bir araziye benziyor gelinen nokta. Buna göre davranmalı, buna göre donanmalı diyorum.

MEZARI OLMAYAN BİNLERCE İNSAN VAR

Olağan, özgür ve herkesin kendi gibi veya özlemini duyumsadığı bir yaşamı örebileceğimiz bir sonuçla taçlanır mı bu süreç diye düşünürsek şunları belirtebilirim; yaşım 42. Tüm halkımız gibi ben de olağan bir dönem yaşadığımı anımsamıyorum. Acılar, kaygılar, cenazeler, gösteriler vb. Batman sokaklarında demokrasi ve özgürlük mücadelesi veren binlerce insanımızın kanı var hala. Kaybedilen, bir mezarı bile olmayan binlerce insanımızın varlığı ortada. Geçenlerde Sayın Başbakanın ''bizim dönemden önceki faili meçhuller veya hak ihlalleri bizi ilgilendirmiyor'' mealinde bir söylemi oldu. Bu söylemin mevcut süreci alil bırakacağını, yaralarımızın sağaltılmasına yönelik bir beyan olmadığını belirtmek zorundayım. Bizlerin, hepimizin geçmişle yüzleşmesi ve daha sonra da helalleşmesi gerekir diye düşünüyorum. Demin de ifade etmiştim, eğer ruhlarımızı sağaltacak, temizleyecek bir süreçten söz edeceksek, geçmişte hak, hukuk, vicdan manasında kim ne yapmışsa bunların ortaya çıkarılması, müsebbiplerinin cezalandırılması kaçınılmaz olmalı. Olağan, özgür, huzurlu bir yaşamın temelleri böylelikle atılabilir belki. Öcalan’ın Newroz mesajı esasen 2013 Nevrozlarını ve özelde de Diyarbakır Newrozunu İkinci Malazgirt Buluşması olarak nitelendirmek mümkün. Öcalan'ın Newroz mektubu bir özgürlük ve barış manifestosu niteliğindeydi. Türkiye sınırlarını aşan, Ortadoğu'ya güncel ve çağdaş bir formasyon içeren mesajı ve milyonluk kitlenin duruşunu 'yeni Türkiye'nin temel atma töreni' olarak niteleyebilirim. Yeni Türkiye'den kastım, tam demokratik bir Türkiye ve Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı Kürt kentlerinde ve giderek de tüm Türkiye'de yerel yönetimlerin güçlendirilerek halkın yönetime tam katılmanın sağlanması.

Mayınlı ve engebeli bir arazi olarak tanımladınız süreci. Peki, nasıl bir yol izlenmeli?

ÖCALAN’IN SÜRECE AKTİF KATILMASI SAĞLANMALI

En stratejik bakış açısının yüzleşme olması devrim niteliği taşır sanırım. Anadilde kamu hizmeti verilmesi, Kürtçenin eğitim ve kamu hizmeti dili olarak kabul edilmesi, Siyasal partiler yasasının değiştirilerek seçim barajının düşürülmesi, Şiddet içermeyen her türlü düşünce ve eylemin ceza kapsamından çıkarılarak (taş atan çocuklar da dahil) suç tanımının değiştirilmesi, Sayın Öcalan'ın sürece somut ve aktif katılımının önünün açılması, Kürt illerinin ekonomik kalkınma anlamında yoğunlaştırılmış bir programa tabi tutulması gibi… İlk akla gelenler bunlar diye düşünüyorum. Tabi, hemen iki günde halledilebilecek işler değil bunlar ama belli bir takvimle yürürlüğe konabilecek düzenlemelerdir.

Bu süreç eski çatışmalı günlere dönebilir mi?

KIYILARDAN UZAKLAŞMADIKÇA, OKYANUSLAR KEŞFEDİLEMEZ

Her zaman böyle bir risk var kuşkusuz. Eğer tarafların gizli bir gündemi veya devletin tasfiye düşüncesi varsa, bu güzel süreç heba olur gider maalesef. Umuyorum ki, otuz yıldır yaşananlar hepimiz açısından dersler içeriyordur. Bir kere, Kürt Halkının ve diğer etnik aidiyetlerin alıkonulmuş hakları süratle iade edilmelidir. PKK’nin Liderliği de dâhil tüm yapılarının olağan yaşama katılımının önü açılmalıdır diye düşünüyorum. Tabi bunların üç beş ay içinde gerçekleştirilemeyeceğini; Kürdüyle, Türküyle ikna edilmesi gereken milyonlarca insanın olduğunu belirtmekte yarar var. Vurgulamak gerekir ki, Sayın Başbakanın ve Hükümetin önünde de zorlu bir süreç var ve yardımcı olmak gerekiyor. Cesaret önemli, unutmayalım ki; ‘kıyılardan uzaklaşmadıkça yeni okyanuslar keşfedemeyiz.’

Helalleşme deniyor’ bununla ilgili ne söylersiniz?

SAMİMİ YÜZLEŞMELİ

Evet, bu çok önemli. Mutlaka helalleşmek gerek. Ama kanımca helalleşmeden önce, samimi bir yüzleşmeye de ihtiyaç var. Kastım, hesaplaşma değil. Ancak, o kadar acı çekildi ki… Sadece Kürdün acısından söz etmiyorum, ülkenin genelinde yaşanan bir acı var. Kayıplar, faili meçhuller, yakılan köyler, Roboski… Hiçbir komplekse kapılmadan, yaşanan otuz yılda kimin ne suçu, kabahati varsa bunların vicdandan müteşekkil bir yapı tarafından araştırılıp tüm yönleriyle açığa çıkarılması gerekiyor. Ki, onurlu, temeli olan bir helalleşme yaşayabilelim.

Bu sürecin yerel ayakları nasıl örülebilir?

NEJDET ATALAY, GÖREVİNE DÖNMELİ

Tüm Türkiye için Bölge Meclisleri önerisinin çok büyük mesafeler kat etmemize yol açacağını düşünüyorum. Belediyelerin yetkilerinin güçlendirilmesi… Devletin yerellerdeki rol ve yetkisinin sivil otoriteye devri pek çok sorunu ortadan kaldıracaktır. Örneğin Batman bölgesindeki petrol gelirinin ve bu gelirden Ankara vergi dairesine aktarılan verginin bir bölümünün Batman’a direkt aktarımı çok önemli… Bölge illerinde Anadilde eğitime öncelik verilmesi gibi düzenlemeler, Halkın büyük teveccühüyle seçilen Sayın Belediye Başkanımız Nejdet Atalay başta olmak üzere tüm Kürt siyasetçilerinin özgürlüklerinin iade edilerek görevlerinin başına dönmeleri, atlamamız gereken psikolojik eşiği rahatlıkla geçmemizi sağlayacaktır.

Akil insanlar heyetiyle ilgili ne düşünüyorsunuz?

EMPATİ KURAMAYACAK NOKTAYA GETİRİLDİ

Sayın Başbakanın kadim Kürt Sorununu çözme noktasında irade göstermesi ve Türkiye'deki geniş kesimlerin bu konudaki algısını dönüştürmeye, rehabilite etmeye yönelik olarak bu heyetin kurulması olumlu gelişmelerdir. Daha önce PKK liderinin de böyle önerileri olmuştu. Daha önce belirtmiştik, Türk Halkı, yüz yıllık tek yanlı ve tarafgir bir haber, bilgi ve duygu bombardımanı altında Kürtlere ve bu soruna dair düşüncelerinde dar, milliyetçi bir tutum ve davranış sahibi oldu. Yoksul Anadolu insanı empati bile kuramayacak noktaya getirildi. Şimdi bu Akil İnsanlar Kurulu, toplumdaki bu geri algıyı, ülke sathına dağılarak değiştirmeye çalışacak. Olumlu bir gelişme ama hemencecik sonuç verecek bir çalışma olmasını beklememek gerekir. Tabi bu ülkede sabotörler varken, meydanı boş bırakmamak adına iyi bir düşüncedir bu. Heyetin bileşeniyle ilgili yorum yapmak istemiyorum ama beklentilerin yüksek olduğunu ve heyet üyelerinin sadece vicdanlarıyla, akıllarıyla ve bilge yönleriyle bir çıkış yapmalarını diliyorum. Akil olmak, dürtülerinin tarafı olmayı değil, vicdanının, aklının ve doğruların yanında yer almayı gerektiriyor.

Konuyu topraklayacak olursak?

TÜRKÜYLE, KÜRDÜYLE EŞİT BİRLİKTELİĞE YÜRÜYECEĞİZ

Umutvar bir temkinlilik hali demiştim ruh halim için. Özcesi, Ben güzel günlerin bizim olacağına inanıyorum. Türküyle, Kürdüyle 'yüzyıllık bir yalnızlıktan' sonra bin yıllık onurlu ve eşit bir birlikteliğe doğru yürüyeceğimize inanıyorum. Yeter ki, Kürtlerin ve ezilen herkesin el konulmuş haklarının iadesiyle taçlanacak onurlu, eşit bir yaşamı birbirimize çok görmeyecek bir irade gösterebilelim.

Bu süreci ören hem AK Parti Hükümeti’ni ve hem de PKK yapısını, bizleri bu ihtiyatlı durumdan çıkarabilecek adımlar atmaya devam etmeye çağırıyor, barış, özgürlük ve adaletin tüm arayıcılarını saygıyla selamlıyorum. Kürtlerin ve Kürdistan'ın, Türklerin ve Türkiye'nin yoldaşı, arkadaşı, kardeşi olduğunu yürekten düşünüyor, önyargısız, mutlak doğrusuz bir bakış açısının, tümümüzü özgür, mutlu ve müreffeh bir geleceğe gark edeceğini belirtiyorum.