Röportaj: Melek Barış

 
Şeyh Sait İsyanı, isyan mıdır?

Batman Üniversitesi Rektörü Abdüsselam Uluçam’la barış süreci üzerine özel bir söyleşi yaptım. Uluçam, bloknotunuza düşebilecek çok önemli saptamalarda bulundu. Cumhuriyet döneminde rejimi oturtmaya çalışırken, rejime karşı olarak görülen hiç kimse affedilmemiş vurgusunda bulunuyor Uluçam ve diyor ki;

Aslında farklı yöntemler uygulanır ama burada biraz daha sert olmuş. Böylece bir kırılma olmuş başlangıçta. Bu kırılmanın ötesinde sadece inançtan değil, bu inanca saygı gösteren insanların kümelerine de bir yönelme olmuş. Mesela Şeyh Sait isyan etmiş deniliyor. Bu bir isyan mıdır, yoksa inandığı değerleri korumak için ayağa kalkma mıdır veya kendi nefsini müdafaa etme midir, öncelikle bunu ayırmak gerekiyor.”

Rektör Uluçam’ın söylemleri sürece ışık tutuyor. Bu söyleşi kafalardaki soru işaretlerine, “birazda buradan bakın” yanıtları sunuyor.

Barış sürecinde gelinen noktayı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Adı üzerinde barışmak, birlikte olmak, güzel şeyleri paylaşmak olarak değerlendiriyorum. Bu kelimenin içeriği bile insana hoşluk veren bir konuma sahip. Güneydoğu Anadolu Bölgesi yani Kuzey Mezopotamya dediğimiz topraklar uzun yüzyıllar boyu bu kaderi paylaşmıştır. Bir de toprağın yapısı belki. Bereketli toprağın üzerinde barındırdığı insanlar arasında bir çekişme, bir çatışma, belki bir hırs ve paylaşımsızlık bunları beraberinde getirmiş ve üzerinde sürekli yaşayan insanlar bu çatışmanın bazen içinde, bazen de hasbelkader ortasında bulunmuş. Gözyaşı-kan diye bilinen ve insanları üzen, anneleri yakan, ağlatan genç yaşta gençleri ölüme götüren ve insanın istemediği durumları ortaya koyan nedenleri iyi irdelemek lazım. Tabi bir de ataların ‘Mümbit’ dedikleri kutsal topraklar buralar. Dicle ile Fırat yukarda bir hilal oluşturur, Basra Körfezi’ne dökülürken bir noktada birleşirler. Orta kısımlara doğru sanki bir hilal çizerler Mezopotamya’dan aşağıya doğru. Tarihte buna Mümbit (verimli arazi) denir. Diyarbakır-Ergani havzasındaki ovalardan tutun, Aşağı Mezopotamya’ya kadar pek çok bereketli yerler. Bir de 19.yüzyıl sonlarında ortaya çıkan petrol var. O da yer altı zenginliklerin başında geliyor. Petrolün ötesinde değişik madenler kömür havzasından tutun titanyuma, boraksa kadar hep bereketli. Allah bütün zenginlikleri buraya vermiş. Kısacası buralar insanların özlediği bir yerleşim alanı.

Bunu neden genellediniz?

Bugünün kaderi değil diye... Bu verimli topraklar insanı bu şekilde cezbettiği sürece sadece üzerinde yaşayanlar değil, dışarıdaki tüm insanlar buna sahip olmaya çalışır en azından ortak olmaya çalışır. Petrolün değer kazandığı sanayi devriminden sonra insanların en çok arar hale geldikleri bu maddeler nedeniyle özellikle bu bölgeyi elinde tutmak ve bölgeye sahip olabilmek için pek çok plan ve proje hazırlamışlardır. Osmanlının çöküşü, Ortadoğu coğrafyasının yeniden belirlemesi yetmiyormuş gibi bundan sonra da 2050 yıllarına kadar bu günkü “erk” dediğimiz gücü elinde tutan ülkelerin bir planı projesi var. Bu insanın maddi tarafı. Materyalizm denilen maddenin yoğunlaşması ya da varsıl olmaya doğru bir yönelişten sonra gelişmiş ülkelerin herkesin gözdesi bu Ortadoğu. Dolayısıyla Diyarbakır’dan başlayıp Irak’a kadar uzanan bu bölgelerde mutlaka bir kısım hani siyasi bir söylem gibi gelecek ama bu çıkar çevresi dedikleri çevreler tarafından maalesef üzerinde yaşayan insanların üzerine oyun oynanarak veya onun üzerinde yaşayan insanlar kullanılarak bir paylaşım, bir savaşım, bir kavga sürdürülüyor. Yüzyıllardan beri bu böyle. Son zamanlarda da gene yüzyıllar boyu birlikte yaşamış insanlar maalesef yönetimden kaynaklanan ya da yönetimdeki boşluktan faydalanılan bir kurumla belirli bir kesim belirli bir kesimi ezmek için uğraşmış. Bir kesim gerçekten ezilirken diğer kesimde onların omzuna basarak bir noktada onların kanıyla beslenerek bu noktaya kadar gelinmiş.


Peki, buradaki sıkıntı ne?

Buradaki sıkıntının bir iki yönü var. Birincisi, bölgenin bereketli topraklar olmasının yanı sıra kutsal topraklar olması var. Semavi dinler dediğimiz Musevilerin inancı var. Bu bizim Mümbit Hilal dediğimiz bölge aynı zamanda Musevilerin “Arz-ı Mev’ut” dedikleri Tevrat’ta kendilerine vaat edilen toprak olarak da kutsal ve onların olması gereken bir hak gibi görüyorlar. Diyorlar ki, “Talmut’ta Tanrı bize bu toprakları adamış. Biz size vaat ettik. Bunlar bugün olmasa da yarın mutlaka sizin olacak” İnancından kaynaklanan böyle bir sahiplenme de var. İkincisi Batılılar, yani bugünün gelişmiş ülkeleri az önce söylediğim bu petrolü elde edebilmek için önce çizdikleri sonra yeniden şekillendirdikleri Orta doğuyu ikide bir karıştırıp maalesef buranın insanlarını birbirine düşürmek üzere kanı, barutu, gözyaşını akıtır duruma gelmişler.

Neden yine dış çerçeveden baktık?

Şimdi aslında bütün kavgalar bizim dışımızda seyrediyor, gelişiyor. Ama bizim üzerimizden yapılıyor. Terör dediğimiz olayın gerçek boyutu bizde değil dışarılarda olan bir şey.

Peki, dışarılarda oluyor da içeriye nasıl yansıyor?

Bir kısmını bir kısmına hâkim kılıyor. Bir kısmına yöneticilik rolünü veriyor, bir kısmı da yönetilenler oluyor. Yöneticiler her zaman alışmıştır çoğunlukla yönettiklerini ezerler. Bence burada da öyle olmuş. Burayı şekillendiren güçler, bir takım yönetenleri kendi oluşturmaya çalıştırdıkları şekil doğrultusunda zorluyorlar. İşine gelmediği zaman da kırılma noktası oluşuyor. Bazıları bunu kanla ödüyor, bazıları tahammül edemiyor boyun büküyor-razı oluyor, bazıları da boyun bükemiyor isyan ediyor. Dolayısıyla bölgede yaşayan insanların isteyerek, birebir içinden gelerek katlandığı-katıldığı bir durum da değil aslında. Yani bunu barıştan önceki süreç için diyorum. Kavga süreci dışarıdakilerin maalesef kendi özyönetim diye bileceğimiz yönetime kadar varan bir yönlendirmesi söz konusu. İşte bundan dolayı ayrışma oluyor. Ortaklaşa paylaştıkları değerleri, değer yargıları bir noktada bazıları inkar etmiş, bazıları görmemezlikten gelmiş, bazıları da zorlamış. Çanakkale’de beraberken, Çanakkale’ye götüren bölgenin etnik gurubunun inancını, yapısını, birlikte yaşatan aynı ruh, neden hemen onun akabinde karşı karşıya getirmiş?


Neden peki?

Tabi bu hem tarihi hem de sosyal bir süreç. Haksızlığa tahammül etmek zor bir şey. Haksızlığa karşı isyan etmek erdemlilik. Ancak bunun sonucunda ne getirip ne götüreceğini, yani isyan derecesine getireceği noktayla, isyan ettiren kişiyi veya kimliği de iyi bilmek lazım. Bunun ortalaması gerçekten zor bir şey. O açıdan benim kişisel görüşüm; bu toprak üzerinde yaşayan insanlar ki, Ben 35 yıldır bu topraklarda yaşıyorum. Orta Anadolu çocuğuyum ama yıllardır bölge insanıyla iç içeyim. Burası benim coğrafyam benim insanım. Mezopotamya toprağının insanını kendimden farklı görmüyorum ki, yıllardır burada yaşıyorum. Hiçbir sıkıntım yok, hiçbir zorunluluğum yok. Belki buradaki insandan daha farklı etnisitedeyim ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Ben burada yaşayan insanlarla çok rahat anlaşabiliyorum, görüşebiliyorum hatta fazlasıyla iç içe olabiliyorum ki, kızımı buradan bir delikanlı ile evlendiriyorum. Dolayısıyla benim için hiçbir sıkıntı yok, fakat kendilerine sıkıntı edinen karşı guruplar var. Bir de işin reel boyutlarını da görmek ve belirtmek gerekiyor. Şimdi bu bölgede yaşayan halkın inancının ötesinde gerçi bu inanç boyutunda Anadolu da yaşayan insanlar ortak yani burada belki örnek vereyim rahmetli oldu bir Melle Hasan vardı. Bu adamcağız yalnız bir köy imamı değil, âlim bir zattı. Bir gün sohbetimiz esnasında dedi ki, oğlum bu jandarma bana çok eziyet etti. Beni kelepçeleyip götürdüler Kuran ı Kerimi yırtıp yaktılar. Dedim ki ona Seyda, benim dedeme de bunu yapmışlar. Bu sırf Kürtlere yapılmış bir şey değil ki. Cumhuriyet dönemi kurulurken, bu rejimi oturtmak için bu rejime karşı görünen hiçbir şeyi affetmemişler, acımamışlar. Aslında farklı yöntemler uygulanır ama burada biraz daha sert olmuş. Böylece bir kırılma olmuş başlangıçta. Bu kırılmanın ötesinde sadece inançtan değil, bu inanca saygı gösteren insanların kümelerine de bir yönelme olmuş. Mesela Şeyh Sait isyan etmiş deniliyor. Bu bir isyan mıdır, yoksa inandığı değerleri korumak için ayağa kalkma mıdır veya kendi nefsini müdafaa etme midir öncelikle bunu ayırmak gerekiyor. Ayrıca irdelemek ve görüşmek lazım. Dolayısıyla bu bölgedeki insanın üzerinden gerçekten de hoş olmayan birtakım şeyler geliştirilmiş. Bu bir değil, iki değil birkaç kez tekrar edilince bu kırılmaları ortaya koymuş.

Bu durumda ne yapmak lazım?

Bunları biraz daha somutlaştırmak gerekirse, bu bölgede yaşayan insanlar acı çekmiş, zulüm görmüş birkaç değişik dönemlerde üst üste gelmiş. Ha çoğu haklı, ancak çıkış noktası metodu yanlış. Çünkü hâkim olan güç ya da insan hakkına, insan onuruna saygı göstermeyen güç Anadolu’da yaşayan hiç kimsenin onuruna da saygı göstermiyor zaten. Sadece belirli bir gurup var, idare edenler var ve bu işten faydalananlar var. Bunların ötesinde zaten herkese karşı aynı baskıcı rejim uygulanmış. O bakımdan 30 yıllık bir süreç az değil. Bu 30 yıllık süreçte hem bu zulme karşı çıkan insan, hem zulmedenlerin kendi gücü ve kendi egemenliği altındaki insanların çatışması, karşı karşıya gelmesini büyük bir yıkım ve kıyımdan ibaret görüyorum. Bu açıdan ortak bilinçle buna dur demek lazım. Bu zulme bir son vermek lazım. Zalimin kim, kimin zulmettiğinde iyi ayırmak lazım. Burada bir etnik gurup bizi hiçbir zaman iyi bir noktaya getirmedi bunu da görmek lazım. Bu bakımdan buna karşı yine tekrar etnik gurupla buna karşı çıkmak bizi iyi bir noktaya getirmeyecek. Bizim üst kimlik diye bildiğimiz ve öyle tanımlanan hepimizin ortak değer yargısı olabilecek bir noktada birleşmemiz lazım. Aynı nokta da hiç gocunmadan, hiç rahatsızlık duymadan ‘Ben şuyum’ diyebilecek bir kimlik tespiti gerekir hepimizin ortak olabileceği bir noktada. Şimdi tabi Cumhuriyet hükümetlerinin bu bölgeye, bölge insanına yaklaşımı çok farklı oldu. Bunu bizde yaşadık ve gördük ama son yıllarda özellikle son yılımızda çok daha farklı bir yaklaşım görüyoruz. İnsana onur veren, insanın onuruna saygı duyan bir yaklaşım var. Yaşıyorum da bunu. O açıdan bugünkü süreci ben çok olumlu buluyorum, başarılı olmasını diliyorum. Ve üzerimize ne düşerse katkıda bulunmak istiyorum. Çünkü ben 35 yıldır bu bölgede yaşıyorum. Eğer ‘vatan, vatan sevgisi ise’ şairin dediği gibi uzaktan değil içinde yaşamak lazım. Uzaktan sevmek aşkların en güzeli deniliyor ama gerçek aşk eğer evlilik haline getirebiliyorsan aşktır. Başka türlüsü platonik aşk olur. Demek istediğim uzaktan hoş görülebilir ama burada yaşamak bu bölgenin insanının yaşadığını, çektiğini kahrını yakından görmek bile başkalarını biraz daha farklı düşünmeye getirebilecek gibi görüyorum. Bu nedenle bugünkü yaklaşımlar gerçekten ümit verici. Benim öğrencilerimden tutunda mesai arkadaşlarıma kadar halkımızda dâhil herkes de bir ümit var, herkes de yarına güvenle bakma çabası var, bir sevinç var, özlem var. Bıktı artık. Bu kan ve gözyaşı olmasın. Dediğimiz gibi, sebebi bir kıyam, bir ayağa kalkmanın temel kaynağı haklı olabilir ama yapılan iş gözyaşına götürüyorsa bunun değeri kalmıyor. Mutlaka hangi taraf olursa olsun biz kanın durmasını gözyaşının dinmesini istiyoruz. Herkes gibi bu süreci bunu çözümleyebilecek bir süreç olarak görüyoruz.

Akil insanlar komisyonunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bunlara barış elçileri de diyebiliriz. Bunlar halk tarafından sevilen kişiler. Bazıları için ‘mafya’ bazıları için ‘bundan da adam olur mu’ veya ‘yargılanıyor’ gibi ibareler kullanılıyor. Misal İbrahim Tatlıses, çoğunca mafya gibi görünüyor ama Ortadoğu’ya gidin İbrahim Tatlıses deyince herkes ayağa kalkıyor, bir itibarı var, bir yeri var. Şimdi diyorlar ki bu sinemacıları, sanatçıları niye seçiyorlar. Onlar çok mu akılılar? İyi de onlar gönüllerde taht kurmuş, belli yerlere gelmiş kişiler. Bunlar kısmen yanlış değerlendirilmiş olabilirler. Bunların dışında da toplumun içinde itibar görmüş çokça Akil kişiler var. Hemen herkes Akil. Herkes akıllı insan. Bunlar en akıllısı değil ama bunlar sosyal çevrede makbul görmüş insanlar. Bunlarda ne dünyalık rütbesi var, ne unvan merakı var. Bunlar halkın gönlünü kalbini kazanmış insanlar. Kalp kazanmak güzel birşey. Kalbini kazandığınız zaman her şey hal oluyor. Sanırım bu düşünceyle bunlar seçilmiş olmalı ben hiç birini yadırgamıyorum. Hemen hepsi hepimizin tanıdığı insanlar. Bunların dışında da olabilir. Keşke bunların sayısı artsa. Bugünkü hükümetin veya bu Akil Kişileri seçen gücün, iradenin, idarenin görmediği göremediği, bilmediği çok insanlar da vardır. Onlarda gelsin, onlarda olsun. Bu komisyonun da faydalı olduğuna inanıyorum ki, bunların bazılarıyla da görüşüyorum. Çoğu bildiğimiz, tanıdığımız insanlar. Orhan Gencebay hiçbir insana kötülük yapmamış. Siz bazılarını akıllı saymayabilirsiniz ama bana göre akıl ölçüsü farklıdır. Bu adam bir şey dediği zaman dünyalar değişiyor, bunların faydası olduğuna inanıyorum. Akil insanlar heyeti kamuoyu oluşturuyor gönülleri fethediyor. Bunlar kalpleri kazanıp etkili olacaklar. Bir emniyet mensubu ‘yapmayın’ dediğinde etkili olmayabilir ama bu insanlar kalpleri kazandığından etkili olur.


Barış sürecinden umutlu musunuz?

Bu süreçte Sizde bu sürecin nasıl olduğunu en azından bana sorarak ki, benim dışımda da pek çok kişiye ve kurumlara soruyorsunuz ve sütununuza taşıyorsunuz. Gazetenizde yayınlıyorsunuz ve barış sürecine bir hizmet yapıyorsunuz. Sizde bu sürece bu vesileyle bir katkıda bulunuyorsunuz. Hepimiz kendi üzerimize düşeni yaparsak bu sürece bir katkıda bulunmuş oluruz Teşekkür ediyorum sizleri tebrik ediyorum. Sürecin hayırlı olmasını bu bölge insanının mutlu olmasını acı çekmemesini istiyorum. Bu bölge insanın da batıdakiler katar zengin, müreffeh ve gönlü hoş yaşamasını istiyorum. Her şey böyle ümitle olsun istiyoruz. Çalışmamız lazım, birbirimize saygı göstermemiz lazım, birbirimizi anlamamız lazım. Bir tarafta kötü olarak gördüğümüz bir değer yargısı bize ölçüt olup bizde aynı şekilde davranırsak o da kötü olur. Eğer biz bir davranışı zulüm olarak görüyorsak ve aynı davranışı kendimizde yapıyorsak, o da zülüm oluyor. Eğer yapılanı gerçekten zulüm olarak görüyorsak biz de böyle davranmadan akli selimle barışçıl bir yolla ortak noktayı bulup huzur içinde yaşamalıyız. Bölge insanı barış sürecine zaten çok iyi bakıyor ve görüyor. Bölge insanı bu süreçten çok umutlu. Bölge insanı şimdi gene çok fakir ama diyor ki hiç olmazsa çatışmadan kurtulacağız. Buna çoğu inanmış. Ben umutvarım. Artık yeter. Bu sürece herkes destek versin, hepimiz destekleyelim.