Türkiyenin önemli iki kuruluşu ülkenin sermayedarlarına ev sahipliği yapıyor. Bunlardan biri 1970 tarihinde kurulan TÜSİAD diğeri ise 1990 tarihinde Kurulan MÜSİAD.
Öncelikle şunu belirtmek gerekiyor ki bu iki kuruluşun ortaya çıkmasının temelinde emeğe karşı sermayenin birlikteliğini sağlayarak daha çok kar elde etmek ve paralarına para katmaktır. Bunun için de her yolun mubah olduğunu söylemeye gerek yok.
Bu güçlü oluşumların çalışma taktikleri ise hükümetleri etkileme ve hatta güçleri yetiyorsa hükümetleri yönlendirme ve kuruluşlarına yön vermektir.
Ancak son zamanlarda ortaya çıkan durumlar gözlemlendiğinde bu iki kurumun ülke politikalarının belirlenmesi konusunda hem fikir olmadıkları görülüyor. Bu tavır da hükümeti destekleme ve desteklememe şeklinde ortaya çıkıyor.
Daha evvel ki dönemlerde Refah partisine karşı Doğruyol ve Anavatan partisinin hükümet kurmasını destekleyen TÜSİAD son dönemde iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi ile uyum içerisinde çalışmamaktadır. Bu durum zaman zaman yapılan açıklamalarda da net olarak görülmektedir. Hükümet kanadında ise özellikle gerek başbakanlığı döneminde gerekse Cumhurbaşkanlığı döneminde Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın TÜSİAD’a karşı konuşmaları herkes tarafından biliniyor.
Ancak TÜSİAD Erdoğana rağmen Türkiye ekonomisini yönlendiren önemli bir kurum ve bu gücünün bilincinde olarak kararları etkilemeyi deniyor. Hükümetin buna karşı alternatifi de MÜSİAD.
Bu durum MÜSİAD’ın son genel kurulunda daha da net olarak ortaya çıkmış oldu. MÜSİAD başkanı Nail Olpak yapmış olduğu konuşmada hem hükümet tarafında olduğunu hem de TÜSİAD’a karşı olduklarını ortaya koymuş oldu. İşte bu konuşmadan birkaç kesit: “…..kişisel hak ve özgürlüklere dayalı düzen istediğini söyleyen, MÜSİAD'a böyle dertleri olmadığı iftirasını atan, bizi hükümeti desteklemekten başka iş yapmamakla itham eden, bundan dolayı bizimle işbirliği yapmayacağını açıklayan TÜSİAD'a söyleyeceklerim var. 28.Şubat'ta, kurucu başkanım, vatana ihanet suçlamasıyla DGM'de yargılanıp mahkum olurken, üyelerimin ev ve işyerleri gece çilingirlerle açılırken, sermaye renklere ayrılırken, yapılanlara susarak payanda olan TÜSİAD'ın aklına, Hukuk Devletini savunmak gelmiş miydi? TBMM'de, 2 partinin oylarıyla, 411 Milletvekilinin kabul ettiği Başörtüsü Tasarısı için, "Kaos'a kalkan 411 el" manşetleri atılırken, siz, hangi Evrensel Demokrasiyi savunuyordunuz ki, sesiniz çıkmadı? Paralel evrende miydiniz? Genç kızlarımız, ağızları kapatılıp, üniversite amfilerinden dışarı atılırken, üyeleriniz, kibirle, "iş yerimizde Başörtülü çalıştırmayız" açıklamaları yaparken, meslek liseliler, ikinci sınıf genç kategorisinde dışlanıp, sanayimiz ve geleceğimiz baltalanırken, kimin özgürlüğünü savunuyordunuz? Biz, seçilmiş iktidara karşı yayınlanan 27 Nisan e-muhtırasına, anında karşı çıkarken, herhalde, IMF reçeteleriyle meşguldünüz ki, ortalıkta yoktunuz. 17 Aralık darbe girişimine, iş âleminde, tek başına MÜSİAD karşı çıkarken, paralel devlet göremeyen TÜSİAD, ne görüyordu da susuyordu, merak ediyorum. MÜSİAD, siyasetin iş alemi üzerinde egemenlik kurma çabalarına, niçin karşı çıktıysa, iş aleminin de siyasetin egemenlik alanına tahakkümüne karşıdır ve karşı çıkmaya devam edecektir. Hükümeti desteklemekten başka iş yapmıyormuşuz. Allahın kendisine şükredilmesi emrinden hareketle, güzel yapılan her şeye teşekkür ettik ve etmeye devam edeceğiz"
İşte bu konuşma iş dünyasının iki büyük kuruluşunun birbirlerine karşı kılıçlarını çektiklerinin tam da resmidir. Seçimlere gidilen bir dönemde belki de iktidarın değişme ihtimalinin bulunduğu bir zamanda sermaye bu şekilde hükümet yanlısı ve hükümet karşıtı olarak ikiye bölünmüş oldu.
Aslında bu çatışmada sermayenin ideolojik yapısını da dikkatten kaçırmamak gerekiyor. Çünkü TÜSİAD demokrasi ve her yönüyle özgür bir yapıyı savunurken MÜSİAD muhafazakâr sermayenin temsilciliğini yapıyor. Yani yeşil sermaye ile diğer sermayenin çatışması veya mücadelesi de diyebilinecek bir çatışma dönemi yaşıyoruz. Bu rekabetin Türkiye ekonomisine olan etkilerini seçimlerden sonra daha net bir şekilde görmek mümkün olacaktır.
Aynı durumun emek cephesinde daha güçlü bir ayrışmaya neden olduğunu söylemeye gerek var mı bilmiyoruz. Çünkü tıpkı yeşil sermaye gibi yeşil emek tabanı da hükümetin emrinde çalışıyor. Memur Sen konfederasyonu Memurları kendi bünyesinde toplamak için elindeki bütün kozları kullanıyor. Kamu kuruluşlarında yükselmek ve rahat etmek için bu konfederasyona bağlı sendikalara üye olmak bir zorunluluk haline getirilmiş durumda. Hükümet ile sendika birlikte kararlar vermekte sendikaların talepleri icra için emir icranın talepleri sendika için emir haline gelmiş durumdadır. Doların bu kadar yükseldiği ve TL’nin bu kadar zayıfladığı bir dönemde Memur Sen’in memura 123 TL’lik artışı uygun görmesi kime çanak tuttuğunun en net göstergesi. Aynı durum işçi kesiminde de bulunuyor.
Sonuç olarak hem sermaye kesiminde hem emek kesiminde gittikçe netleşen bir ayrışmaya tanıklık etmekteyiz. Bu durum ülkenin geleceği açısından çok tehlikeli bir hal almaya başlamadan gerekli önlemlerin alınmasında falda görüyoruz. Bu sebeple de aklıselim herkesi uyarmayı da görev biliyoruz. Bu işin sonu iyi görünmüyor!