Bir şehrin imar faaliyetlerinde sanat ve estetik anlayış o şehrin kültür zenginliği açısından çok önemli ipuçları verir bizlere.

Tarihsel açıdan şöyle bir 2000 bin yıl geriye gittiğimizde o dönem uygarlıklarının bile bu konularda günümüz imar faaliyetlerinin çok çok ötesinde bir sanat ve estetik anlayışına sahip olduklarını görebiliriz.  Mısır, Mezopotamya, Çin, Roma, Aztek, Maya, İnka ve daha sayamadığımız öteki dünya uygarlıklarının neredeyse tamamında bile mimari üslup ve sanat tarzı bizleri hayretler içerisinde bırakacak türden zengin ve güzel. O yüzden değil midir ki günümüzde de bu yerleri, tarihi eser olarak koruma altına alıp turizme kazandırmıyor muyuz? Bizler bu tarihi yerleri turist olarak geziyor, bu uygarlıkların dünya kültür mirasına kazandırdığı yapıları sanatsal bir gözle değerlendirip günümüz mimari üslubunu daha ileri bir noktaya taşıyıp ya da bu eserlerden bir sentez oluşturup daha güzel olabilecek eserler inşa edemiyorsak kendimizi değerlendirmemiz gerekmez mi?

Bu konuyu niçin ele aldığımı da belirterek konuya farklı bir bakış açısı getirmek istiyorum. Dikkat ederseniz günümüzde yapılan yapıların pek çoğu endüstriyel yaşam biçiminin bizlere sunduğu tüketim kültürü ile değersizleşen sanat anlayışının ürünleri olduğunu görürsünüz. Pratik ve seri üretimden çıkmış malzemelerle basit, yüzeysel, emekten ve sanattan arındırılmış hatta çevreci olmayan yapı malzemeler ile yapılan bir şehir mimarimiz var. Tarihin en kadim medeniyetlerini incelediğimizde o dönemin ağır koşullarında bile teknik olarak muhteşem yapılar inşa ettiklerini görebiliriz. Mısır Piramitleri, Tac Mahal gibi birçok tapınak ve sarayın inşası dönemin devlet adamlarının ve mimarlarının imar faaliyetlerine ne kadar büyük önem verdiklerinin göstergesidir.

Hatta o dönemlerde devletler, yeni fethettikleri topraklarda ilk iş olarak kendi kültürlerini ve fethi kalıcı kılmak adına imar faaliyetlerini başlatmışlardır. Bu imar faaliyetleri ile belki de siyasi güçlerinin ve sanat anlayışlarının ne kadar güçlü olduğunu ilan etmeye çalışıyorlardır. Ne var ki bizler de bir o kadar günümüz teknolojisine ve bilimsel birikime rağmen sanattan ve estetikten bu denli uzaklaşmış durumdayız. Kapitalist anlayışın fabrikalarda seri üretim mallarını ürettikleri tarzda binalarımızı da öylece sade basit bir şekilde üretiyoruz.

Şu anki binalarımızı yüksekçe bir yerden gözlemleyecek olursak çöp alanındaki çöp yığınından farksız bir görüntüde olduğunu görebiliriz. Şehir planında ne bir düzen ve ne bir ahenk olduğunu fark edersiniz. Sözgelimi Mardin’de Mardin taşıyla yapılan yapıların aynı renk taştan ve doğal malzemeden yapıldığını, doğayla bir uyum içinde olduğunu görebilirsiniz. Günümüzde farklı renklerle boyanmış yapılarda o Renk ve dokuyu bulmak olanaksız. Adeta görüntü kirliliğinin canlı bir örneği diyebiliriz.

Yine bu yapıların doğal malzemelerden yapıldığını dolayısıyla kadim zamanlardan beri yapılan yapıların bozulup yıkılmasına rağmen çevreye hiçbir zarar vermediğini, bozulan bu yapıların, doğal olduğundan yine doğaya karıştığını görebiliyoruz. Oysaki günümüz yapılarının yıkıldığında çevreye ne denli zarar verdiği açık olarak görülmektedir.

Kamu kurumların binalarında da bu sade ve basit mimariyi görmekteyiz. İç ve dış mekânlarda hiçbir sanat unsurunu görmek mümkün değil. Tek renk boyanmış iç ve dış mekânlar, kullanıcılarına adeta boş kâğıt kalem önlerine bırakılmışçasına bir tahrik unsuru oluşturmaktadır. Okulların ilk haftası yeni boyanmış okul binalarında yaşanan durumu örnek verebiliriz. İlk haftasında boyanmış okul binaları bir hafta sonra kullanılamayacak hale gelmektedir.

Bir an için öğrencilerin neden böyle yaptıklarını düşününce bu yazının konusu çıkmaya başladı. Tarihsel açıdan konuyu ele aldığım zaman eski uygarlıkların bırakın şehirleri, köy ve kasaba gibi küçük yerleşim birimlerinde bile yaptırdıkları türbe, çeşme ve mescit gibi yapıları bile sanatsal bir üslup içinde büyük bir titizlikle inşa ettiklerini görebiliyoruz.

Günümüz yapılarında da acaba sanatsal tarzda yapılar yapılsa; mesela çini, kabartma, hat, minyatür, çeşitli geometrik süsleme ve bezemeler yapılsaydı acaba yine böyle bu yapıları kirletecek miydik? Günümüzde sanatı ve tarzlarını ancak sanat tarihi derslerinde veyahut da kadim uygarlıklardan günümüze kalmış tarihi eserlerden görebilen bir toplum olarak sanata ne denli değer verebilir, sanat üretebilir ve estetik anlayışı geliştirebiliriz?

Günümüz şehirlerinde sanat tarzı, estetik kaygı ve mimari üslubu görmek ne mümkün!  

Oysaki sanatın insanın ruhunu da etkilediğini hatta o toplumun iç dünyasının dışa yansıması olduğunu düşünüyorum. Çevresini güzellik anlayışı ile dokuyan insan “Güzel gören, güzel düşünür.” düsturu ile hareket etmez mi?

O yüzden değil midir ki Allah, canlıları yaratırken güzel yaratmış ve sanatının inceliklerini bizlere göstermemiş midir? Doğal güzellikleri temaşa etmek için belgeseller ve fotoğraflar çekip doğal mekânları gezip seyir etmiyor muyuz?

Tarihi ve doğal mekânları günümüzde film mekânları olarak kullanıyor olmamız, bu doğal ve tarihi mekânlarda selfiler çekinmemiz, fotoğraf makinelerimizin deklanşörlerine tıklamamız, bu mekânlardaki turizm faaliyetlerimiz, güzeli görme arzumuzun dışa yansımasıdır. Demek oluyor ki sanatı, estetiği arıyor ve seviyoruz. Ancak sanatı üretme noktasında sorunlu görünüyoruz.

Umarım günümüzde inşaat firmaları teknoloji ürünü akıllı yapılar yerine sanatsal değeri olan, doğal malzemelerin kullanıldığı, geri dönüştürülebilir çevreci yapılar ile yarışırlar.