Uzun süredir bütün yazılı ve görsel medyada ana gündem Barzani ve referandumdur. Hayata çok değişik pencerelerden bakan pek çok siyasi, askeri ve sivil oluşumların savaş çığırtkanlığı yaptıklarını görüyorum…

Silahlarını kuşanan yazarlar, çizerlere kalsa şu anda topyekün bir savaş için mevzilerdeydik. Savaş çığırtkanlarından bıktık. Böylesi bir süreçte şer güçlere inat çevreyi yazmak istiyorum. Rabbim savaş yanlılarını başarıya ulaştırmasın diyerek, savaş dilini kullananları Allah’a havale ediyor, bütün insanlığın geleceğini ilgilendiren bir değerlendirmeyi bilgilerinize sunuyorum:

“Günümüzde bütün dünyada gündemde olup üzerinde çok konuşulan ve insanoğlunu rahatsız eden en önemli sorunlardan biri de çevre kirliliğidir. Nedir çevre kirliliği? İçerisinde yaşadığımız tabiatın, tabii çevrenin dengesinin çevreden katılan birtakım maddelerle bozulması; hava, toprak ve suların kirlenmesi, insan ve diğer canlılar için zararlı hale gelmesidir.
Çevre kirliliği bir bakıma, manen kirlenen insanın dışa yansımasıdır. Ruhen temiz, vicdanen yüce, manen kuvvetli olan insan, çevresinin temiz tutulmasının gereğine inanır. Bunun dinî bir görev olduğunu bilir. Zira temizlik imanın yarısıdır.
Çevre kirliliğinin önlenmesi ve temiz bir çevreye sahip olunması insanlık için, hatta bütün canlılar ve dünyamız için hayati önem arzetmektedir. Zira insanoğlu çevre ile içiçedir. Çevremizi iyi korumadığımız zaman hayatımızı sıhhat ve afiyet içerisinde devam ettirmemiz zorlaşır. Çevreyi insanlar kirletmektedir. Dünyamızdaki ve denizlerdeki kirlenme ve bozulmanın sebebi insanlardır.
İnsanoğlu, alarm zilleri çalan tabiatın büyük bir şikayetine muhatap bugün. Kur'an-ı Kerim'in Rum suresi 41. ayetinde geçen ‘İnsanların elleriyle işledikleri yüzünden karada ve denizde denge bozulur; Allah da belki geri dönerler diye yaptıklarının bir kısmını kendilerine tattırır.’ ikazı, adeta bütün yönleriyle ortaya çıkmış gibi... Toprağın en büyük dostu olan ormanlar hızla yok oluyor; karada canlılar, denizde balıklar ölüyor. Medyatik çevreler, sık sık ozon tabakasının delindiğinden ve gittikçe genişlediğinden söz ediyorlar. Hatta kimi çevre uzmanları, bugüne kadar çevrecilik tarihinde hiç görülmeyen kuşatıcı problemlerden, uzay kirliliği ve kozmik kirlenme gibi, yeni yeni bazı ekolojik kavramlardan bahsediyorlar...
Dünyanın akciğerleri sayılan tropikal ormanlar, bugün büyük bir katliamla karşı karşıya. Bu ormanların büyük bir kısmına evsahipliği yapan Brezilya'ya göre; şayet katliam bu hızla devam ederse, 2050 yılında Amazon havzasında tek bir ağaç bile kalmayacak. Dünya genelin-de de durum bundan farklı değil. Yeryüzünde her saat 3000, her dakika 50 dönüm ormanlık alan yok oluyor.
Deprem, toprak kayması ve su baskını gibi doğal afetlerin neden olduğu çevre sorunlarını bir yana bırakırsak; çevrenin ve doğal dengenin bozulması, canlıların yaşamını tehdit eder hale gelmesi, büyük ölçüde Sanayi Devrimi ile başlamıştır. Son 200 yıla kadar dünya, bugünkü anlamda bir çevre krizi yaşamamış, doğal dengesi bozulmadan varlığını sürdürmüştür. Ancak 19. yüzyıl başlarında, bilim ve teknolojinin sanayiye uygulanması ile üretim ve refah seviyesi artmış; dolayısıyla bu gelişme, çevrenin kirlenmesine ve doğal dengenin bozulmasına yol açmıştır. Bu sebeple insanlık, ilk defa 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra, geniş anlamda çevresel ve ekolojik kaygılar duymaya başlamış ve bu hususta önlemler almaya başlamıştır.
Bugüne kadar tüm dünya ülkelerince çevre alanında sürdürülen çalışmalar, en son 1992 Haziran'ında Birleşmiş Milletler tarafından düzenlenen BM Rio Çevre ve Kalkınma Konferansı'nda uluslararası düzeyde yeniden ele alınmış, çevre ve kalkınma arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisi global düzeyde onaylanmıştır.
Uluslararası kuruluşların çevre alanında politika oluşturmalarının önemli göstergelerinden birisi de; temelleri, 1975 yılında Helsinki Nihai Senedi'nin imzalanmasıyla atılan AGİK sürecinde, birliğe üye ülkeler tarafından ‘Çevre İşbirliği’ konusunun da ciddiyetle ele alınmış olmasıdır. Çevre sorunlarının, gerek Helsinki Nihai Senediyle başlayan AGİK sürecinde, gerekse 1990 tarihli Paris Şartı'nda ciddiyetle ele alınmış olması; tedbir alınmadığı takdirde dünyanın, 21. yüzyılda büyük bir ekolojik krizle karşı karşıya kalacağının ipuçlarını vermektedir.
Yukarıda geçen bazı sözleşme hükümlerinden de anlaşılacağı üzere, insanoğlunun, geliştirdiği teknolojiyle birlikte; doğaya sahip olma ve tabii kaynakları ihtiraslı bir şekilde kullanma yarışının bir sonucu olarak, kendi hemcinslerine verdiği zararın sınırları, artık insan boyutunu çoktan aşmış; sıra bütün insanlığın ortak gezegeni olan dünyanın, yani tabiatın tahribine dayanmıştır. Başka bir deyişle, 21. yüzyıla adım attığımız şu günlerde, dünyamızın karşı karşıya bulunduğu çevresel sorunlar; aslında bugüne kadar işlediğimiz sosyolojik kabahatlerin, ekolojik bir boyuta dönüşmüş olmasının bir nevi global bir ifadesidir. Şayet önlem almazsak, bunun bedelini, insanlık âlemi olarak maalesef hepimiz birlikte ödeyeceğiz.
Medeniyetimizin en önemli öğesi olan bilim ve endüstri, bugün, çevresel açıdan bakıldığında yeni bir tanıma muhtaçtır. Bu yönüyle bilimi bir bıçağa benzetmek mümkündür. O, açılmayan kapıları açar, kaleleri fetheder, hastalık ve ıstırapların kökünü kazır, cehaleti keser. Fakat ihtiras sahibi bir bencilin emeline alet olduğu takdirde, bütün insanlığın kanına girebilecek kadar da güçlüdür. Biz, kimyasal ve endüstriyel atıklarla, bugün çevreye zarar verici bir faktör haline dönüşen teknolojik gücün, çevreye verdiği zararı da ortadan kaldıracak kadar kudretli olduğuna inanıyoruz. Yeter ki teknolojinin sahibi olan insanoğlu, bunu samimice istesin ve bu konuda ciddi adımlar atsın...
Unutmayalım! Çevre ve insan birbirini tamamlayan iki unsurdur. İnsansız bir çevre tek başına nasıl bir anlam ifade etmiyorsa, çevresi yok olmuş bir insanın da yaşama şansı kalmamış demektir. Bu kadar içiçelik arzeden bu iki kavram arasındaki ilişki maalesef hiç günümüzde olduğu kadar kopma noktasına gelmemiştir.
Dünyamız konuşabilseydi, adeta bizlere şöyle seslenecekti:
’Yüce Allah, kâinatın en mümtaz akıllı varlıkları olarak sizi yarattı. Beni de sonsuz servet kaynakları ve hayat için en uygun şartlarımla emrinize verdi. Şimdiye kadar yüzlerce kuşak insan geldi ve göçtü. Bu çağda yaşayan birkaç kuşak insan hâriç, hepsinden memnun oldum. Allah hepsinden razı olsun. Onlar üzerime titrediler, beni kirletmediler beni tüketen hareketlerde bulunmadılar. Ya siz! Maalesef sizler için aynı şeyi söyleyemem. İçinde bulunduğumuz çağda yaşayan ve yaşamakta olanlar beni durmadan tüketiyorsunuz, kirletiyorsunuz, harap ediyorsunuz. Refahınızı, konforunuzu süratli yaşayışınızı sağlamak için yaptığınız faaliyette sorumsuzca hareket edip, geleceğinizi düşünmüyorsunuz. Ozonumu azaltan çeşitli faaliyetlerden dolayı, güney kutbumda açılan ‘kara delik’ aklınızı başınıza getirmeğe yetmedi mi? Ya kontrol dışına çıkan bazı nükleer santrallerin yüzlerce kilometreye kadar yayılabilen ve ölüm saçan ışınları! Onlar da mı sizi uyarmaya yetmedi. Ey insanlar! Burnuma ölüm kokusu geliyor. Hem benim için ve hem de sizinle beraber barındığım her cins bitki ve hayvan için yalvarıyorum. Bu feryadıma kulak veriniz. Bundan böyle dikkatli olun. Hepimizin geleceğini düşünün. Yiyin için, gezin ilerleyin, rahatınızı sağlayın süratinizi artırın velhasıl ne yaparsanız yapın ama bu arada beni de düşünün, koruyun kirletmeyin, tüketmeyin, sevin. Beni dikkate alarak birazcık olsun emek ve masraftan kaçınmayın ki, size ve gelecek nesillere, bitkilere ve hayvanlara güzel, tatlı, uygun vatan olma vasıflarını koruyabile-yim.’
İşte fert ve toplum olarak, dünyanın bu çağrısına cevap vermeyi gelecek nesillere daha güzel, sağlıklı ve yaşana-bilir bir çevre bırakmayı kendimize görev bilmeliyiz. Yüce yaratanımızın harika bir sanat eseri olarak yarattıktan sonra îmârını şuur sahibi kulları olan bizlere emânet ettiği hem beşiğimiz, hem döşeğimiz ve hem de mescid ve mâbedimiz olan dünyamızı korumalıyız.”